Çok tuhaf değil mi? Birilerinin siyasi İslam ideolojisi doğrultusundaki politikaları ve uygulamaları, toplumu ümmete çeviremedi ama ahlaki yapısını değiştirdi. Önce kurumlar sonra da bireyler “ön tekerlek nereye giderse arka tekerlek oraya gider” misali, yalanı, dolanı, soygunu, başkasının malına çökmeyi, iftira etmeyi, kötü ve günah olmaktan çıkardılar, sokakta ve evdeki şiddeti normale dönüştürdüler.
Kurumların hesap soramadığı, yürütmenin uygulamaları önce adalete olan güveni temelinden sarstı. Sonra da toplumu yandaşlar ve ötekiler- Kadın ve Erkekler diye ikiye ayrıştırıldı. Kadınsanız gece değil gündüz bile tenha bir sokakta korkudan nabzınız yükselmeden geçemiyorsunuz. Çünkü biliyorsunuz ki cezasızlıktan sokaklar sabıkalı dolu. 26 suçtan ceza almayan, Polis Şeyma’nın katilini hatırlayın.
Sokakta hiç nedensiz tanımadığı bir erkek tarafından tokatlanan, tekmelenen, hakarete uğrayan yüzlerce kadını; kocaları tarafından caddede, herkesin içinde bıçaklanan, çocuğunun gözleri önünde öldürülen kadınları düşünün.
Günümüzde suç işleyen değil, suçluyu ihbar eden ceza alıyor. En yüksek mevkilere en iyi okulları bitirmiş en liyakatli gençler değil, liyakati olmayan iktidar yanlıları atanıyor. Kurumlaşma bitirildi. Eşitsizlikler arttı. Bilim aşağılanıyor, cehalet yüceltiliyor.
Şans oyunlarındaki vergiler azaltılıp dar gelirlilere yeni vergiler salınıyor. Biz böyle değildik
Güney Amerika ülkelerine döndük
Gündelik yaşamımızın her yanını saran bu sosyal çürümüşlük, toplumun ahlaki, kültürel ve değerler açısından bozulduğunu gösteriyor. Toplumsal yapıda var olan çarpıklıkların daha da derinleşmesine yol açıyor. Bu durum ekonomiyi, demokrasiyi etkilediği gibi, kadın ve çocuk haklarını da etkiliyor. Kadına yönelik ayrımcılığın, şiddetin ve eşitsizliklerin gittikçe artmasına neden oluyor.
Sosyal çürümüşlüğün en bariz etkilerinden biri, toplumsal ahlakın erozyona uğraması ve bu durumun kadına yönelik şiddetin yaygınlaşmasıyla sonuçlanmasıdır. Kadınlar ve çocuklar özellikle ev içi şiddete, cinsel saldırılara ve tacize daha fazla maruz kalıyorlar. Meclisin oy birliği ile kabul ettiği İstanbul Sözleşmesi’nin bir kararname ile kaldırılması, kadın ve çocukları devlet güvencesinden mahrum bırakmıştır. Ev içinde kadın ve çocuklara yönelik şiddet, kocanın, babanın insafına bırakılmıştır. İstanbul Sözleşmesi temelinde hazırlanan 6284 sayılı kanun bile hala geçerli olmasına rağmen uygulanmamaktadır. Bu nedenle kadına ve çocuklara yönelik şiddet vakaları artmaktadır.
Bir toplumda kadına yönelik şiddetin normalleştirilmesi ve cezaların yetersiz kalması, kadınların adalet arayışını da engellemektedir. Kadınların maruz kaldığı cinsel saldırılar, sosyal çürümüşlük ve hukuki sistemin de bu vakalar karşısında yetersiz kalmasına neden olmaktadır.
Toplumsal bozulmalar, kadınların eğitim, iş hayatı ve ekonomik bağımsızlık gibi temel haklarına erişimini kısıtlıyor. Sosyal normların çökmesi ve iş yerlerindeki eşitsizlikler nedeniyle de kadınlar daha az maaş alır, daha zor iş bulur veya kariyerlerinde ilerleyemez oldu. Bu nedenle kadınların iş gücüne katılım oranları, düşük seviyede kalmaktadır. Bu tür ayrımcılık, sosyal çürümüşlüğün bir göstergesi olarak kadınların ekonomik bağımsızlıklarını kazanmasını engelliyor.
Sosyal çürümüşlük, kadınların siyasal temsil ve karar alma süreçlerinde yer almalarını da engelliyor. Toplumda kadınların politik alanda seslerinin duyurmasını zorlaştırıyor. Son yıllarda kurumlara hâkim olan ataerkil sistemlerin kadınların siyasi pozisyonlara gelmesini engelliyor. Kadınların eğitim hakkı kısıtlanıyor ve kamu hayatına katılmaları engelleniyor. Bu tür toplumsal bozulmalar, kadınların kamusal alanda varlık göstermelerini gittikçe zorlaştırıyor.
Sosyal çürümüşlük, kadınların eğitime erişimini olumsuz yönde etkilediğini izliyoruz. Bu ekonomik koşullarda evi geçindirmekte zorlanan ana babalar önce kız çocuklarını eğitimden mahrum bırakıyor. Ekonominin bozulması en çok kız çocuklarının erken okuldan ayrılmasına ve çocuk işçi olmasına neden oluyor. Bu durum toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini derinleştirmektedir. Kız çocuklarının eğitimden mahrum bırakılması iş gücüne katılımda zorluk yaşamasına ve ekonomik açıdan bağımlı hale gelmesine neden oluyor.
Hep beraber ülkede binlerce kız çocuğunun yaşam haklarının elinden alındığını, cinsel istismara uğradığını, şiddete uğradığını kaybolduğunu çalındığını seyrediyoruz. Bu ülkedeki kız çocukları evlendiriliyor. Cinsel istismara karşı korunmuyor. Bozuk ekonomiler, ayrımcı demokrasilerle, 4+4+4 kesintili eğitim sistemi ile hınçla kız çocukları eğitimden koparılıyor. Çalıştırılıyor, emekleri sömürülüyor. Beslenemiyor, okula aç gidiyor. Doğa tahribatı ve dev borçlarla gelecekleri çalınıyor
Sosyal çürümüşlük, toplumdaki ahlaki değerlerin yozlaşmasına ve kadınlar üzerindeki kültürel baskıların artmasına da yol açıyor. İdeolojilerini kadın bedenleri üzerinde gurur kılmak sevdasında olanlar, kadınları, giyim tarzlarından, yaşam biçimlerine kadar birçok konuda baskı altında tutmaya çalışırlar. Kadınlar baskılar nedeniyle özgürce giyinemez ya da kamusal alanda rahatça hareket edemez olurlar. Bu baskılar, kadınların bireysel hak ve özgürlüklerini kısıtlayarak, onların toplumsal hayata katılımını da olumsuz etkiler.
Sonuç olarak diyebiliriz ki,
- Sosyal çürümüşlük, kadın hakları açısından ciddi bir tehdit oluşturuyor. Kadına yönelik şiddet, eşitsizlik, ayrımcılık ve fırsat eksiklikleri gibi olumsuz etkiler, toplumun değerlerinin erozyona uğramasıyla daha da belirgin hale geliyor. Bu tür bozulmalar, kadınların sosyal, ekonomik ve siyasal hayata eşit katılımını engelleyerek toplumsal cinsiyet eşitliğini de zedeliyor. Bu nedenle, sosyal çürümüşlüğe karşı mücadele, kadının İnsan Haklarının korunması ve güçlendirilmesi açısından kritik bir öneme sahiptir. Ancak toplumsal eşitsizlikleri ortadan kaldırarak, kurumları yeniden kurar güçlendirirsek sosyal çürümüşlükten kurtulabiliriz. Ve en önemlisi kamuda bütün kurumlar güçler ayrılığı ve denge denetleme temelinde kurularak denetlenebilir olmalı, kamuda çalışan herkes, milletvekilleri ve Cumhurbaşkanı dahil hesap sorulabilir, hesap verebilir hale dönüştürülmedir.