Bu açılımın amacı “Anayasa”yı değiştirmek

Gazeteci Yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında gelen olay ve gelişmelerle ilgili sorularını cevapladı. Kışlalı, yeniden konuşulmaya başlanan “yeni açılım süreci”, yılın ilk 9 ayında oluşan bütçe açığı, Savunma Sanayi Fonu adı altında gündeme getirilen ve tepkiler üzerine kaldırılan düzenleme, Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın açıkladığı büyük şirketlere yönelik vergi denetim seferberliği, önlenemeyen kadın ve çocuk cinayetleri, ABD seçimleri, İyidere Belediye Başkanı Saffet Mete’nin Burger King şubesinin açılışı sonrasındaki “skandal” ifadeleri konularında açıklamalarda bulundu.

 

********

GÖZLEM – MHP’nin DEM adımı, Erdoğan’ın desteği ile gelen ve Özgür Özel ve Selahattin Demirtaş’ın da “olumlu” açıklamalar yaptığı “Öcalan açılımı” konusunda görüşünüz? Sizce, MHP’nin “Terörün bittiğini, örgütünün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin” şartı gerçekleşebilir mi?

K – Gerçekleşse de Apo’yu kimse dinlemez. Bunu Sözcü’de Aytunç Erkin, açıklamaların hemen ardından hatırlattı: “11 yıl öncesine dönelim. Abdullah Öcalan, 2013’teki Nevruz’da terör örgütüne ateşkes çağrısı yapmıştı. Diyarbakır’da okunan mektubunda silahlı güçlerinin Türkiye’den çekilmesini istemişti: ‘Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun noktasına geldik. …Ben bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki; artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir. Yüreğini bana açan, bu davaya inanan herkesin sürecin hassasiyetlerini sonuna kadar gözeteceğine inanıyorum. Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır.’ Bu çağrıya uyulmadı.” Hakikaten de bu şekilde başlayan “açılım”dan ve Erdoğan’ın “kışlalardan çıkmama” talimatıyla bizzat devletin, TSK’nın terör ile mücadelesinden kesilmesinin ardından, bu süreç PKK ve unsurlarıyla güneydoğunun çeşitli illerinde girişilen “hendek çatışmaları” ile büyük bir hüsran ile sonuçlanmıştı. O dönemde çeşitli kaynaklara göre sivillerle beraber 500 civarında şehit verilmişti. O dönem “açılım” ile sağlanamayan, sağlanamayacağı ortaya çıkan “barışın, uzlaşmanın” bu dönem nasıl ortaya çıkılacağı sanılıyor? Devlet Bahçeli “açılımıyla” ve talebiyle PKK’nın bitmeyeceğini biliyor. Dolayısıyla aslında Bahçeli’nin bu açılımının esas amacı, “Erdoğan’ın tekrar başkan seçilebilmesi” amacıyla Meclis’te Anayasa’yı değiştirecek veya en azından referanduma götürecek kadar oyun sağlanması için DEM’in desteğini sağlamak. Ya da en azından bu konuda Erdoğan’ın önünü açmak, rahatlatmak, bundan önceki tüm Kürtçü siyaset ve partilerinin önünde sergilediği keskin politikasını “yumuşatmış” havası vermek. Eğer bu açılımını bir seçim öncesi yapsaydı MHP’nin oyları ciddi biçimde eriyebilirdi. En azından bu yönde ciddi bir tehlike ortaya çıkardı. Bu noktada Bahçeli’ye en güzel yanıtı da yine milliyetçi seçmene hitap eden İyi Parti Genel Başkanı Musavat Dervişoğlu verdi. Önce “El belki Bahçeli tarafından uzatılmıştır ama elin asıl sahibi Erdoğan’dır” dedi. Sonra iktidarın Numan Kurtulmuş aracılığıyla önerdiği Anayasa’nın “değiştirilmesi teklif edilemeyecek” hükümlerinden “Anayasa’da yer alan Türkiye Devleti, ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür’ tabiri değiştirilmelidir” önerisi için şunları söyledi: “Bunların içinden çıktığı siyasi geleneğin; devlet, millet ve vatan tanımı yoktur. Düşman olduklarını ve yıllarca yönetmelerine rağmen bir türlü barışamadıkları Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm değerlerine ve kurumlarına hısımdırlar.” Dervişoğlu, Bahçeli’nin Öcalan ile ilgili yaptığı çağrıya sosyal medya hesabı üzerinden “Terör örgütünü devlet tasfiye eder. Terörün bittiğini de devlet ilan eder. Terörist başından hüküm bekleyene devlet değil, gaflet ve dalalet denir” yanıtı verdi. Dervişoğlu, Kurtulmuş için “Siyaseten taktığı maskesini çıkardı. Meclis’in gerçekte başkanı olmadığını, Beştepe’deki sarayın atanmış ve zavallı bir memuru olduğunu gösterdi” ifadelerini kullanırken açılım ile ilgili de “Bu filmi bir daha çekemeyeceksiniz, millete seyrettiremeyeceksiniz” diye konuştu. İktidar, Anayasa’nın ilk dört maddesini değiştirmeyi açıkça ifade etmeyi göze alamaz. Ancak iş bunun çevresinde dolaşmaya gelirse de Dervişoğlu’nun çıkışı, milliyetçi milletvekilleri ve seçmen nezdinde bu alanı boş bırakmayacağını ortaya koydu. Sonuçta konu, anayasanın değişikliği için sadece Meclis’teki oylama ile ilgili olunca, daha gerekli düzenlemelerin bile nasıl yapılacağı belli olmadığından, Bahçeli’nin bu çıkışı bu noktada yapmakta kendi partisi açısından bir sakınca görmediği ortaya çıkıyor. Ama iş ciddiyete binerse, Dervişoğlu’nun isabetli çıkışından, Bahçeli’nin boşalttığı bu alanın, iktidarda olmasının getirdiği ranta rağmen, kısmen de olsa doldurulacağı anlaşılmış oldu. Bahçeli de herhalde bunu görüyordur. Burada kaçırılmaması gereken büyük fotoğraf şu: Erdoğan, başkanlığın önünü anayasayı değiştirerek açmak için DEM milletvekillerinin oylarına ihtiyacı olduğunu düşünüyor. Bunun için de Bahçeli’nin yeni bir açılım açmasını sağladı. Ama Kürt siyasetine istediği özerkliği vermek için ilk dört maddeyi kısmen de olsa değiştirilebilir mi? Değiştirilmesine muhalefeti geçin, Bahçeli nasıl izin verecek? Değiştirilemezse Erdoğan DEM oylarını nasıl alacak? Gerçekleşmesi bana göre imkansız bir açılım.

 

GÖZLEM – Eylülde bütçe açığı 100.5 milyar liraya bulurken, faiz giderleri 148.7 milyar lira ile Cumhuriyet tarihinin en yüksek rakamına ulaştı. 9 aylık bütçe açığı ise 1 trilyon TL’yi aştı. Hazine ve Maliye Bakanlığı, hafta başında gerçekleştirdiği devlet tahvili ihalelerinde 27.2 milyar lira borçlandı Yapılan hesaplamalar, her 5 liralık verginin 1 lirasının borç faizine gittiğini gösterdi. Bu tabloyu nasıl yorumluyorsunuz?

K – İktidar vakit kazanmaya çalışıyor. Enflasyonun istediği gibi ve hızda düşmesi için tasarruflar ve bütçe açığının azaltılması çok önemli. Ancak Mehmet Şimşek istediği tasarrufları elde edemeyeceğini gördü. Geriye çözüm olarak “Deli Dumrul vergileri” ile daha fazla borçlanma kaldı. Yapılmakta olan budur.

GÖZLEM – Savunma Sanayi Fonu’nun gelirlerini artırmayı amaçlayan ve Kredi kartı limiti 100 bin liranın üzerinde olanlardan 750 TL’lik ücret alınması kanun teklifi Meclis’te görüşülürken, vatandaşlar “limit düşürmek için” bankalara koştu. Bankalar tasarının yasalaşmadığına dikkat çekerek “limit indirimi talebinde bulunulmasına gerek yoktur” açıklaması yaptı. Tepkiler üzerine, Meclis’te, Kanun teklifinin görüşülmesi gelecek seneye ertelendi. “Bu limitte alışveriş yaptıklarında” vatandaşlar zaten “dolaylı vergi” ödemiyor mu?

K – Tabii ki. Aslında yapılmak istenen bir nevi “varlık vergisi” idi. Burada da varlık gelecekte yapılabilecek ödemeye ilişkin “borç” oldu. Vatandaşın “borçlanma kabiliyeti varlığı” vergilendirilmek isteniyor. Yani sadece yüksek faizle yaptığı borçlardan vergi alınmakla kalınmıyor, yapmadığı borçlanma kabiliyetinden de vergi alınıyor. Hakikaten traji komik bir durum ve teknik olarak da uygulanması çok zor. Tekrar gelir mi, bilemiyorum ama bu teklif, iktidardan tasarruf elde edemeyen Şimşek yönetiminin ne kadar zorda olduğunu gösteren acı bir örnek oldu.

GÖZLEM – “ÖTV matrahı 5 bin lira ve üzeri olan kol saatleri bile” ÖTV kapsamına alınıyor. 3065 sayılı Kanunun (17/4-g) maddesinde ise, “… kıymetli taşlardan elmas, pırlanta, yakut, zümrüt, topaz, safir, zebercet, inci, kübik virconia (zirconia) teslimleri de istisna kapsamına alınmıştır. Bu taşların oldukları gibi teslim ve ithalinde KDV uygulanmaz” diyor, ne dersiniz?

K – Bu iktidarın yönetiminde ciddi bir politikasızlık var. Bunun baş nedeni rant kaynaklı “kayırmacılık”. Bahsettiğiniz istisna en başından beri bu iktidara destek veren muhafazakâr veya dinci kesimi kayırmaya dönük çıkarılmış ve değiştirilmemişti. Şimdi getirilen bazı komik vergiler ise uluslararası sermayenin adamı tarafından “umurunda olmadığı yerellere” dönük uygulanacak. Bu tercihler “rant sağlayan gelir düzeyi çok yüksek kesimleri” ilgilendirmeyecek olması nedeniyle de herhalde iktidar tarafından kabul görüyor.

 

GÖZLEM – “Vergi Denetim Kurulunun (VDK) ülke genelinde büyük şirketlere yönelik yoğun bir denetim programına hazırlandığını” söyleyen Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek “Maliye, 500 vergi müfettişinin katılımıyla İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Bursa ve Konya başta olmak üzere ilk etapta 31 ilde büyük şirketlere yönelik vergi denetim seferberliği başlatacak. Riskli olduğu değerlendirilen 3.400 büyük şirket izaha davet edilecek. Bu şirketlerin 23 milyar liralık vergi matrah farkını eksik beyan ettiği belirlendi” açıklamasını yaptı. Görüşünüz?

K – Büyük şirketlerden başlamak üzere vergi denetimlerinin çoğaltılması ve vergi kayıp kaçağının en aza indirgenmeye çalışılması en başından beri yapılması gereken ancak bu iktidarın ideolojisine ters düşen bir uygulama idi. Şimşek kontrolü çok daha kolay olan devlet yönetimi harcamalarından bile istediği tasarrufu sağlayamazken, şimdi daha zor konular olan geniş çaplı vergi kayıp kaçağı denetimlerini radarına almış gözüküyor. 2024 yılı toplam vergi geliri 8.3 trilyon lira olarak tahmin ediliyor. 23 milyar liralık matrahtan ne kadar vergi toplanacak ki ekonomiye bir etkisi olsun? Küçük çaplı esnaf ve şirketlere göz açtırılmıyor. Öte yandan iktidar ile ilişkileri ve rant ekonomisindeki yerleri dikkate alındığında bu büyük şirketlerin üzerine nasıl, ne ölçüde gidilebileceğini göreceğiz. Şimşek’in, Yap-İşlet-Devret modeli ile yapılan garantili projelerden milyarlarca lira kaynak aktarılan, ancak vergi ödemeyen şirketleri ve vergi borçlarını “vergi mahremiyeti” gerekçesiyle açıklamaması bu soruya kısmi bir cevap vermiş oluyor.

GÖZLEM – CHP Genel Başkanı Özgür Özel, kadın ve çocuk cinayetlerine ilişkin, “Şimdi çıkmış diyorlar ki ‘Cezasızlık kültürünün egemen olmasına izin veremeyiz.’ Bu cezasızlık kültürünü kim çıkardı? Bu varsa, bu kültürün iki müsebbibi var. Bunlardan birisi savcı gibi talep eden Sayın Bahçeli. Her türden kriminal tipi görüyor, af talep ediyor. İkincisi de Bahçeli’nin talebini uygun görüp talimatı veren Erdoğan. Bugün cezasızlık kültürünün faili Bahçeli ile Erdoğan’dır. Tüm faillerin aramızda dolaşmasının sebebi Bahçeli ile Erdoğan’ın yarattıkları cezasızlık kültürüdür” dedi. Siz ne diyorsunuz?

K – Tabii ki ne Erdoğan’ın, ne de Bahçeli’nin, son dönemde çok daha sıklıkla yaşadığımız vahşi cinayetlerin oluştuğu bir ortamı bizzat, kasıtlı olarak oluşturduklarını söylemek mümkün değil. Onların da Türkiye’nin geldiği bu ortamdan mutsuz olduklarını düşünmek istiyorum. Ama Erdoğan tek adam. İstese bu düzeni büyük ölçüde kontrol altına alabilir. Çok daha katı bir ceza hukuğu altyapısı oluşturup, cezaevi kapasitelerini arttırarak kısa vadede sokaktaki tehlikeyi “hapis” altına alabilir. Bu da tabii ki icraatın en başında olan Erdoğan’ın elinde. Özellikle tecavüz, darp, yaralama, cinayet gibi cezaları işleyenler en baştan salıverilmese tabii ki ülkeyi bu noktaya getiren ceza oranları azalır. Ancak iktidarın bu yöntemi izlememesinin bir nedeni yönetim zaafıysa, diğer nedeni de tercih meselesi. Kayıt dışı, yasadışılığın getirdiği rant düzeninden bir şekilde ülkenin ve içindeki bazı kesimlerin ekonomisi için fayda sağlanıyor olabilme olasılığı var. Bakın istense bu düzenin kurulabileceğinin gösterilebilmesi açısından, Dubai’ye giden yeraltı dünyasının önemli isimlerinden Sedat Peker’in hafta içinde Sözcü’den Saygı Öztürk’e söyledikleri çok ilginç:: “Burası huzurlu bir yer. Kimsenin kimseyle bir işi yok. Nüfusu 1 milyon ama 13 milyon yabancı insan var. 13 milyon kişiyi bu 1 milyona öyle bir uyum sağlamışlar ki inanın bir kadın tek başına ülkenin başından sonuna kadar yürüse gözünü kaldırıp hiç kimse bakmaz. Yani kanunlar o kadar caydırıcı… Bizim ülkemiz 85 milyon, 10 milyon göçmen var. 10 milyonu biz eritemedik. Bir de burada herkes kanunlardan çok çekiniyor. Örneğin kavgada birisi birisine vursa, isterse ülkede milyar dolar yatırımı olsun hemen sınır dışı ediyorlar. Kanunlar böyle caydırıcı. Tek konu kanunlara uyacaksın bu kadar.” Beğenmediğimiz bir Arap ülkesinde bile durum bu!

GÖZLEM – “İsrail’e destek verdiği iddiasıyla boykot edilen ve birçok ilde şubeleri saldırılara uğrayan” hamburger zinciri Burger King’in Rize Şubesinin açılışına katılan AKP’li belediye başkanları ve teşkilat yöneticileri hakkında disipline sevk kararı alındı. “İşletmenin sahibinin okul arkadaşı olduğunu” söyleyen İyidere Belediye Başkanı Saffet Mete “Açılışa katıldım ancak yemek yemedim. Yeseydim İsrail’e destek vermiş olacaktım” diyerek kendisini savundu. Açılıştan bir saat önce şubenin önüne gelen öğretim görevlisi Dr. Kemal Sağlam ise “Kahrolsun İsrail” sloganı atınca saldırıya uğramış ve darp raporu alarak şikayetçi olmuştu. Bu tabloyu nasıl yorumluyorsunuz?

K – Tam bir takkiye düzeni. İkiyüzlülüğün göstergesi. Seviye maalesef bu. Bir taraftan İsrail’e ne şekilde, ne kadar destek verdiği belli olmayan işletmeler, ki mesela Türkiye’deki Starbucks’un sahibinin Katarlı olduğu ortaya çıkmıştı, protesto ediliyor. Diğer taraftan AKP’nin dinci, gerici ortağı Hüdapar’ın Genel Başkanı Zekai Yapıcıoğlu’nun “O insanların üzerine 1-2 tonluk bombaları atan uçaklar akaryakıtla çalışıyorlar. Azerbaycan’dan İsrail’e Türkiye toprakları üzerinden yapılan petrol sevkiyatına derhal son verilmelidir” çağrısı dikkate alınmıyor. İlgili Bakan, Bakü Tiflis Ceyhan petrol boru hattı üzerinden yapılan sevkiyatın Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası anlaşma kapsamında yürütüldüğünü gerekçe göstererek “Buradaki görevimiz petrolü Ceyhan’a taşımak ve oradan yüklenmesini temin etmek. Gemilerin hangi destinasyona gittiği doğrusu bizim inisiyatifimizde değil” yanıtı veriyor.

GÖZLEM – Donald Trump’ın California’da düzenlediği seçim mitingi öncesinde, Trump’a suikast girişiminde bulunacağı öne sürülen silahlı bir kişi yakalandı. Riverside County Şerifi Chad Bianco, basına yaptığı açıklamada, “Muhtemelen (Trump’a yönelik) üçüncü bir suikast girişimini durdurduk” dedi. Donald Trump ise “İran tehdidi” gerekçesiyle seçim süresi boyunca kullanmak için askeri uçak ve araç talep etti. Başkan Joe Biden, “Kendisi eski bir başkan, neye ihtiyacı varsa verin’ dedim ” açıklamasını yaptı. 5 Kasımda yapılacak başkanlık seçimine 20 gün var; neler oluyor?

K – Liberal dünyanın önde gelen yayınlarından Economist Dergisi’nin kamuoyu yoklamasına göre Demokrat Parti’nin adayı Kamala Harris yüzde 49,8 ile önde gidiyor. Cumhuriyetçi Parti’nin adayı Donald Trump’ın oy oranı ise yüzde 46.7. Bunun da ötesinde Harris’in “olası” oy oranı yüzde 48.8 ile 50.7 arasında seyrederken, Trump’ınki yüzde 45.8 ile 47.5 arasında kalıyor. Yani 17 Ekim itibarıyla Trump en yüksek oranını alsa bile Harris’e yetişemez gözüküyor. Economist yoğun ve olaylı kampanya sürecine karşın kamuoyu yoklamalarının Harris’i Trump’un belirgin derecede önünde gösterdiğini kaydediyor. Başkanlığa aday ilk suçlu olan Trump’ın kampanya sürecinde iki kez hayatına kastedildiğini, buna karşın Harris’in eski Başkan’a karşı iyi bir Başkanlık tartışması geçirdiğini ve mali açıdan güçlü olduğunu belirterek, Harris’in Biden yönetiminin yanlışları nedeniyle arayı açamadığı değerlendirmesinde bulunuyor. Öte yandan Economist Dergisi başkanlığı kim kazanırsa kazansın gelecek Başkan’ın belli başlı politik tercihlerinde Trump’ın söylemlerinin etkisinin ciddi biçimde hissedileceği iddiasında bulunuyor. Buna göre Başkan kim olursa olsun; Ukrayna’yı desteklemeye Trump daha soğuk bakıyor, Trump göçe karşı büyük bir savaş başlatacak. İsrail’e ilişkin Harris’in Biden’in garip ve çelişkili politikalarını izlemesi beklenirken, Trump’ın alacağı konum daha belirsiz.