Konfüçyüs’e göre “Bir toplumun başına gelebilecek en büyük felaket cehalettir”. Mustafa Kemal Atatürk’e göre “Eğitimdir ki bir milleti; ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder.” Atatürk bu nedenle, cehalete teslim olan bir toplum yerine, “aklı hür, irfanı hür ve vicdanı hür” nesiller yetiştirecek bir toplum ve eğitim sistemi için gerekli toplumsal devrimleri yaptı. Kurduğu sistemlerle, batının 400 yılda yarattığı aydınlanma devrimini, 15 yıla sığdırdı. Ne var ki, cehaletin karanlığı toplum tabanında yetersiz eğitimden dolayı, kendi varlığını sürdürdü. Cehaleti erdem gören bir zihniyetle, yüz yıl sonra AKP iktidarı döneminde, kutsal dini inancı ideolojiye alet etmesi, adeta bir karşı devrim yarattı ve bu durum köklü bir toplumsal çürümeye yol açtı.
Atatürk’ün kurtuluş ve kuruluş süreci içinde olgunlaştırdığı millet iktidarının en etkin biçimi olan parlamenter sistem, yeniden tek kişi egemenliğinin keyfiliğine dönüşen çürümeyi yarattı. Kişiselliğe dayalı keyfilik, hukuk devletini ve adalet sistemini çürüttü. Adalet ve hukuk devletinin çürümesi beraberinde özgürlük ve demokrasinin çürümesine yol açtı. Cehaletin ürettiği mutlak kör inançlar akli düşünce, mantıklı bakış açısı ve bilimsel yaklaşımları dışlarken ekonomik sistemi çürüterek ekonomide çöküşü getirdi. Ekonomide çöküş; açlık, yoksulluk, yolsuzluk ve keyfi fiyat belirlemeleri ile toplumsal çöküşü hızlandırdı. Ekonomik çöküşteki hızlanma toplumsal ahlak değerlerini çürüttü. Bütün bu çöküş süreçlerinin yarattığı ortam, etik değerler ile akli selime dayalı dini inancın erozyona uğramasına yol açtı. Ahlak, etik, hak etme ve adaletteki çürüme sürecinde bir yandan halk kitleleri yoksullaştı; diğer yandan, siyasi desteklerin yarattığı fırsatlardan yararlanan yandaşlar arasında bir uçurum oluştu. Bu durum toplumsal kutuplaşmayı ve çürümeyi getirdi. Üstelik aklıselimden ari vizyonsuz siyasi tercihler ülkeyi, Orta Doğu ve Afrikalı sığınmacıların çekim merkezi yaptı. Ülkenin demografik yapısı da çöküş sürecine girdi. Bu çöküş süreçleri, aklı, bilimi, erdemi kendine şiar edinen insanların ve hatta şirketlerin yurt dışına göç etme sürecini tetikledi. Ülkeden kaçış başladı. Sağlıklı, yaşanabilir ve kendini kanıtlayabileceği bir ortam arayan eğitimli kesim ve gençler gelişmiş ülkelere kaçıyor.
Bütün bu çürüme süreçlerinin temelinde eğitimde hızlanan çürüme ve yozlaşan zihniyet yatıyor. Zira insanın, bugünkü karmaşık ve çok yönlü bilişim çağının yaşam sürecini sağlıklı yönlendirmek; akıl, mantık ve bilimin etkin kullanımı ile mümkündür. Her ne kadar insan beyninin birincil işlevi inanç ise de, aklı devreye almayan inanç tek boyutlu ve mutlak kalıp davranış üretir. Bu kalıp davranışlar üst otoritelerin algı yönetimi ile kullanım ve yönlendirmeye açıktır. Mutlak kalıp davranışlar bütün memeli canlılar için geçerlidir. Yeni nerobilime göre insanın gerçek insani davranışları etkin kullanma duruma gelmesi, üst beyni, yani neokorteksi kullanmayı, yani akli düşünmeyi, öğrenmesi ile mümkündür. Günümüzde üst beyni kullanmayı öğrenme süreci daha uzun bir eğitim süreci gerektiriyor. Bu süre temel eğitim olarak Almanya, Hollanda ve Belçika gibi ülkelerde kesintisiz 13 yıl ve çoğu AB ülkesinde 11 yılın üzerindedir. Bizde ise 8 yıla çıkarılan temel eğitim, 4+4+4şeklinde sulandırılarak; 8 yıllık eğitim sürecinin her kesintisinde, süreçten dışa sızmaya ortam yaratıldı. Böylece düşünmeyi ve bilinçli davranmayı öğrenme yerine kalıp davranışlar içinde kalarak, biat kültürü ve cehaleti teşvik eden bir sürecin önü açıldı.
Bu karar bugünkü iktidarın ilk icraatlarından birisi oldu. Bugün temel eğitimdeki öğrencinin 2/5’i liseyi bitirmiyor. Son yılların verilerine göre ortaöğretimde 1 milyondan fazla öğrenci okulu terk ediyor. Ekonomik kriz ve yoksulluk nedeniyle 2 milyona doğru yaklaşan temel öğretim öğrencisi okula aç gidiyor. Eğitimli ve seçme üniversite mezunlarımızın yüzde 20’si yurt dışına kaçıyor. Üniversite eğitimine ilgi hızla düşüyor. Son yıllarda eğitim o denli gözden çıkarıldı ki, okullarda temizlik sorunu bile çözülemez duruma geldi. Eğitim yerine cehaletin erdemini savunan prof. unvanlı kişiler televizyonlarda boy gösterdi.
Milli Eğitim Bakanlığı son uygulamaları ile bilinçli düşünmeyi öğrenmek yerine biat kültürünü ve kalıp davranışları gencecik beyinlere kazımak için elinden gelen her türlü düzenleme ve uygulamayı devreye aldı. Tarikat vakıflarını okullara taşıdı. Bunu sistematik hale getirmek için Öğretmen yetiştirme projesini devreye alıyor. Kısacası şu andaki Milli Eğitim Bakanlığı yönetimi, düşünen, bilim, teknoloji ve yenilik üreten eğitimli insan yetiştirip, akıllı makinalar çağına ayak uyduran bir eğitim sistemini amaçlamıyor. Tam aksine mutlak kalıp davranışın biat kültürüne hapsettiği, bağnaz ve cahil kitleler yetiştirme sürecine giriştiği için, eğitimde çürümeyi teşvik ediyor. Zira AKP de ve Milli Eğitim Bakanlığına hakim ideolojik tutum, kutsal dinimizi, bağnaz bir ideoloji olarak topluma servis ediyor ve insanımızı Orta Çağ karanlığına yönlendiriyor. Aksine bilmiyorlar ki, Avrupa’nın Ortaçağ karanlığını yıkan temel düşünce, İslam’ın akıl ve bilimle sentezini sağlayan, Cündişapur ve Bağdat okullarında olgunlaşan evrensel bilgi birikimin, İbni Rüşt ile Endülüs Ürerinden Avrupa’ya aktarılması ile sağlandı. Bu nedenle genç beyinleri, geçmişin bağnaz kör inanç kalıplarıyla eğitmek yerine; dini inanç ile bilimin iki ayrı platform ve düzlemde insana hizmet ettiği bilinmeli. İnsan için vazgeçilmez olan inancın, temel özgürlük olarak kendine bırakılması, asla ideoloji olarak kurgulayıp başka beyinler üzerinde hakimiyet kurmak için kullanılmaması gerekir.
Zira dinlerin ideoloji olarak kurgulanması her defasında dinler arası savaşlara ve toplumsal çürümeye yol açmıştır. İnancın işlevi kişiseldir, kişinin özgür iradesine bırakılmalıdır. Evreni çözümlemeye çalışan bilimin işlevi ise evrenseldir, sürekli değişir ve gelişir, bunun için “aklı hür, irfanı hür ve vicdanı hür” olan bireyler yetiştiren bir eğitim sistemi gerekir. Ülkemizdeki siyasi iktidarın bugün uygulamakta olduğu ideolojik kalıp; bir yandan kutsal dinimize zarar verirken; diğer yandan bilimsel gelişmenin önünü kesiyor. Eğitimli gençleri yurt dışına kaçırıyor. Bu nedenle eğitimi ve toplumu içten içe çürümeye sürüklüyor.