Sosyal çürüme, toplumun temel ahlaki ve etik değerlerinin zayıflaması, bireyler arası güvenin azalması ve sosyal bağların kopması süreci olarak tanımlanabilir. Bu süreç, toplumun genel refah seviyesini düşürür ve uzun vadede ekonomik, politik ve kültürel sorunlara yol açar. Ülkede, hırsızlık, yolsuzluk, arsızlık, yalan dolan, iftira, utanmazlık, kadın ve çocuk cinayetleri, doğa ve hayvan katliamı, haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik, taciz, tecavüz, eşitsizlik, liyatsizlik had safhaya çıktı. Toplumu bir arada tutan ve birleştiren tüm değerlerde çürüme yaşanıyor.
Siyasetteki nefret diline ve ekonomik krizin derinleşmesine paralel olarak toplumda görülen yozlaşma ve çürüme günbegün daha da görünür oluyor. Hukukun üstünlüğünün yerini siyasi çıkarlar aldı. Adalet sisteminin bozulduğu, suçlu ile masumun keyfi olarak yer değiştirdiği ülkede sadece bireyler değil, toplumun tamamı zarar görmüş olur.
Demokratik değerlerin erozyona uğraması, insan hakları ve hukukun üstünlüğünün giderek daha da kötüleşmesiyle birleşince ülke geri dönüşü olmayan bir çöküşün içine girer. İktidarın gücü keyfi şekilde suç ve suçlu belirlemeye hizmet ettiğinde, adalet yerini kaosa bırakır ve toplumda kaçınılmaz şekilde kutuplaşma başlar. Gerçek suçluların serbestçe dolaştığı, masum insanların ise cezalandırıldığı bu çarpık düzen, ülkenin geleceğini karanlığa sürükler. Bu çürümenin yansımaları, yolsuzluk ve basın özgürlüğü endekslerinden endişe verici beyin göçü istatistiklerine ve ülkenin mutluluk endeksine yansıyan derinleşen hayal kırıklığına kadar çeşitli göstergelerde kendini gösteriyor.
Sosyolog, Mimar ve Sanat Eleştirmeni Yrd. Doç. Dr. Zeliha Burtek, katıldığı bir sokak röportajında Türkiye’nin önündeki en büyük sorunun “sosyal çürüme” olduğuna dikkat çekerek, “Kapital kendini yeniler, yok olmaz. Dünya tarihi bugüne kadar çok kriz gördü ve ekonomik olarak bunları atlattı.
Türkiye’nin hızla bir güney Amerika ülkesi konumuna evrildiğini dile getiren Burtek, edebiyat eserlerinde, tiyatro da ya da sanatın diğer dallarında göçmen kültürünün, mafyanın ve kara paranın aklanması gibi konuların işlenmesini buna en iyi örnek olarak gösterdi.
Katıldığı HaberTurk Tv’de Haluk Mertbey ile meseleler programında Sosyal Çürüme ifadesini çok çok inanarak ve içten söylediğini dile getiren Zeliha Burtek, “Bunun için teorisyen olmaya gerek yok. Gündelik hayattaki pratiklerimden yola çıkarak söyledim” dedi.
Toplumda konuyla ilgili yazılanların bir kısmını okuma imkanı bulduğunu da dile getiren Burtek, şöyle konuştu: ‘Kimisi dinsel bir çürümeden bahsediyor. Kimisi ahlaki çözülmeden bahsediyor. Kimisi de ikili ilişkilerdeki çürümeden bahsediyor. Bunları aştık. Keşke bu noktada olaydık. Bunlar bitti. Daha içselleştirdiğimiz bir çürüme söz konusu. Ben burada şunu söyleyebilirim, şu anda geldiğimiz nokta, Türkiye’de bir rejim değişikliği olsaydı inanın bu kadar kolay, bu kadar başarılı bir dönüşüm yaşanamazdı. İçselleştirilmiş bir biçimde ve her alana yayılmış bir çürüme var. Burada asıl önemli olan şey bu işin suçluları ya da sorumluları değil, bu çürümeyi biz her bir tek birey nasıl içselleştirdik. Çünkü bunu gelip kafamıza vurarak birileri zorla yapmıyor. Bunu biz tercih ediyoruz. Herkes bir kenarından tuta tuta o çürümeyi içselleştirdi. Bunu sorgulamamız gerekiyor.’
******
“Adalet yaşam gerekçemizdir”
Yekta Güngör Özden (Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı) – Adalet toplumların yaşam güvencesidir. Toplumsal yapılarda çeşitli olaylar, insanları üzen durumlar yaşanmaktadır. Bunların üzerinden gelmek etkin bir adalet gücünün varlığı ile mümkündür. Hukukun üstünlüğü toplumlarda refahı artırır. Adaletin topluma tutuğu ışığı yadsıyanlar bu adalet ışına ve güvenine yakışır olmayan insanlar her toplumda her zaman bulunmaktadır. Bu insanlığın çirkin tablolarından birisidir. O bakımdan adaletin bize sağlık güvenlik ve mutluluk veren etkisi asla yadsınamaz ama bunu göz ardı edenler kendi başına buyruk yaşamaya çalışanlarla kural tanımayanlar ve insanlık ögeleriyle birlikten uzak olan kimseler devamlı bizim yaşamımıza gölge düşürmektedir. Bu bakımdan adaletin kötülükleri çirkinlikleri aykırılıkları bozuklukları ve yıkımları önleyen gücü, bizim her zaman toplumsal yaşam gerekçemizdir. Buna yaraşır olarak çalışmak da yaşamak da bizim en büyük amacımızıdır.
Adalet olmadan adalete güvenmeden ve kötülükler karşısında adalete sığınmadan kendi kendimize öç almaya kalkmak veya karşılık vermek uygarlıkla bağdaşan, insanlıkla uyuşan bir tutum ve davranış olamaz. Toplumsal barış insanları bir arada tutan en büyük değer olmasına karşın siyasi karışıklıklar, siyasi karanlıklar, çirkin atılımlar, bozukluklar ve saldırılar her şey insanın yaşamını karartan kötülüklerdir. İnsanlar bir mevkiye geldiklerinde demokratik yollarla elde ettikleri yerleri kendi his ve duygularına, kendi bozukluklarına alet etmektedirler. Siyaseti kendi kirli amaçlarının aracı durumuna getirerek kötülükleri işleyenleri ben asla bağışlanacak kimseler olarak bulmuyorum. Ne yazık ki bu yolda ki aykırılıklar süre gelmektedir, hatta giderek artmaktadır.