Devlet aklı ne demek?

Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’ı Meclis çatısı altında açıklama yapmaya davet etmesi şaşkınlıkla karşılanmıştı. Özellikle lidere itaat geleneğinden gelen partililer kısa bir bocalama sonrasında Devlet beyin bir “Devlet Projesini”, “Devlet Aklı’yla” yürüttüğüne kanaat edip, bahse konu çağrıyı tolere ettiler. “Devlet Aklı” son dönemlerde sıkça kullanılan gizemli bir kavram.  Bu şablon kullanıldığında akan sular duruyor. Oysa bu ülkede 2002 yılından itibaren seçilmişlerin atanmışlara üstünlüğü ısrarla söylenmiştir. Bu çerçevede de askeri vesayetin yerini sivil siyasete bırakması tezi sert bir şekilde hayata geçirilmiştir. Şimdi “Devlet Aklı” söylemi ile sanki bir başka bilinmeyen bir iradeden söz ediliyor. Devlet Aklı, AK Parti ve MHP’nin görünür yüzünün üstünde bir ağırlık merkezi varlığına mı işaret ediyor, kimse bilmiyor. Siyasi iktidarlar yeri gelir temel konularda riskli politika değişikliğine gidebilirler.

Hayatın normali olan bu tutum niye bir “Devlet Projesi” kılıfı ile halka takdim ediliyor? Kamuoyuna “Kurtlar Vadisi” jargonu izlenimi veriliyor. Bu söylem siyasetin bizatihi halktan güç alan basiretini değersizleştiriyor. Sivil ve askeri bürokrasi zaten siyasi iktidarın mutlak kontrolünde. Kendi özgür siyasi tutumunu her an onlardan ihtiyaç duyacağı beslenmelerle istediği gibi şekillendirebilir.

Şimdi “Devlet projesi denilince bürokratik görüşlere itibar edildiği mi vurgulanıyor? Üstelik, bu yapının taraflarını tam bilmiyoruz. Daha da önemlisi projenin kapsamı konusunda açıklama yapılmıyor, demokratik şeffaflık halktan esirgeniyor. Verilen izlenim; bu ülkede en geride gizli bir vesayet odağı var, siyasetçiler Sivil Aklı bir kenarda tutup onlara akıllarını teslim ediyorlar. Bu mudur? O zaman geçmişe göre ne değişti?

 

Özgür Özel cesur olmalı

CHP Kürt sorununa yönelik net bir tutum almıyor. Kendini Sosyal Demokrat bir parti olarak tanımladığına göre neyi savunacağı esasında açık. Oysa bu netameli konuda daima “aklı karışık, temkinli, mahcup, pısırık” bir izlenim veriyor. CHP hem tek parti döneminin katı ulusalcılığından vazgeçmiyor, hem de “insan” odaklı bir ideoloji olan sosyal demokrasinin gerektirdiği açılımlar konusunda cesur tavır alamıyor. Kürt meselelerinde beklenirdi ki açılım yapmak MHP’ye düşmezdi. Bu iş CHP’nin vecibesiydi. Özgür Özel, Devlet Bahçeli’nin söyleminden sonra “el yükseltmenin” içeriğini cesurca açıklamalıydı. Avrupa Birliği Konseyi Yerel Yönetimler Şartı’nda tariflendiği şekliyle bir yol haritası ortaya koyar ve ülkede bir demokrasi rüzgârı estirirdi. Ama heyhat, sade suya tirit bir açıklama ile yine geçiştirme yapıldı.

 

Saflar netleşiyor

Devlet Bahçeli’nin sürpriz çıkışı kimi siyasiler için bir fırsat, hatta turnusol kâğıdı işlevi gördü.

İlki Mansur Yavaş. Özgür Özel, Devlet Bey’in açılımına, “bu ülkeye barış ve huzur getirecekse”, diyerek örtülü bir destek açıklaması yapmıştı. Daha sözlerinin mürekkebi kurumadan Mansur Yavaş Devlet Bahçeli’nin sözlerine karşı çıkarak, katı ve tavizsiz milliyetçi bir yaklaşım gösterdi.

Bir anlamda parti disiplini, genel başkan saygısı… hepsini kenarı koydu.  Bu tavır merkez sağın Cumhurbaşkanı adaylığı arzusunun bariz ilk işaret fişeği idi.  İkinci sert itiraz Müsavat Dervişoğlu’ndan geldi. İyi Parti, başlangıçta siyasetin Merkez Sağdaki boşluğuna talip bir yapıydı.  Meral Akşener Parti kurmaylarını bu esasa göre belirliyor ve ülkücülerin gücünü belirli bir seviyede tutmaya çalışıyordu. Şimdi Müsavat Bey, sanki Devlet Bahçeli’nin bahse konu açıklamalarını fırsat olarak değerlendirdi. Yaptığı açıklama ile İyi Parti’yi ülkücü bir çizgiye çekme konusunda net bir adım atıyor.  İyi Parti’nin Merkez sağın ılıman ikliminden “urgan” atan bir koyu milliyetçiliğe dönmesi, Müsavat Bey’in geçmiş müktesebatı ile de uyumlu. Neticede Merkez sağ yine sahipsiz kalıyor.

 

Kürt sorunu vardır

Devlet Bahçeli Kürt politikasına yönelik “Türkü sevmeyen Kürt, Kürt değildir, Kürt’ü sevmeyen Türk de Türk değildir.” diye bir cümle kullandı. Benzer açıklamalar Cumhurbaşkanı’ndan da geldi. Bu söylemelere DEM Parti de iştirak etti. Cumhuriyet’in ilk 50 yılında hep “sınıfsız, kaynaşmış bir toplum” olduğumuz söylenirdi. Türkçü ideologlar ve sonrasında ülkücü hareketin liderleri Türk kavramının kültürel bir çatıya işaret ettiğini, ırkçı bir mana taşımadığını, ifade etmişlerdir. Nitekim, bugün geçmişin 36 etnistik kimliğinin çok büyük kısmı Türklük paydası altında Türk kimliğini kabul etmiştir. Türkiye’de yaşayan Boşnak, Arnavut, Pomak, Çerkez, Laz, Arap, Gürcü… kökenden gelen insanlar kendilerini Türk olarak ifade ediyor. Ancak Kürtler söz konusu olduğunda bir mutabakat sağlanamamıştır.  Nitekim Sayın Bahçeli “Türkler ve Kürtler” diyerek ikili ayrımı telaffuz etmektedir. Esasında Türkiye’de birbirine karışmış olarak yaşayan insanların herhangi bir ayrımlaşma sorunu yoktur.  Kürt vatandaşlar nezdinde demokratik esaslar çerçevesinde bazı düzenlemelere muhtaç olunduğu açıktır. Bu anlamıyla Devlet Aklı bu ihtiyaçtan hareketle ülke bütünlüğünü koruyacak şekilde Kürt sorununun varlığını kabul ederek çözüm arayışına girmiştir.