Türkiye’nin Müslüman kimliği, AB ile olan ilişkilerde aşırı sağın yükselişi ile birlikte giderek daha belirgin şekilde öne çıkan bir diğer çekince kaynağı.
25 milyon Müslüman vatandaşı bulunan AB’de artan İslamofobi, Müslüman kimliğinin bir problem olarak algılanmasına yol açıyor.
Göçmen karşıtı söylemler ve laikliğin aşınmasına dair algılar, Türkiye’nin AB’ye tam üyelik sürecinde halklar nezdinde bir endişe oluşturuyor.
Aşırı sağın yükselmesi ve İslam’a karşı tutumların sertleşmesi, Türkiye’nin AB nezdindeki imajını olumsuz etkiliyor.
Hükümet çevrelerinde sıkça dile getirilen “AB, bir Hristiyan kulübü olduğu için Türkiye’yi kabul etmiyor” söylemi, durumu yüzeysel bir düzlemde tartışmaktan öteye gidemiyor.
AB’nin din temelli bir birlik olmadığı gerçeği göz ardı ediliyor, Avrupalı fanatiklere mühimmat sağlıyor. Aslında gerçek anlamda laik Türkiye AB’nin bu olası iç medeniyetler çatışmasını önlemesinin ilacı olacak, ama bunun çok iyi anlatılması ve anlaşılması gerekiyor.
Beyaz yakalı göç ve vize sorunları
Türkiye’den Avrupa’ya sadece kaçak göç değil, aynı zamanda siyasi iltica taleplerinin artışı, özellikle Almanya’da beyaz yakalı Türk vatandaşlarının göçüyle birlikte daha belirgin hale geldi. AB’ye Türkiye’den geçen 100 bin kişi siyasi iltica talebinde bulunmuş, bu taleplerin büyük çoğunluğu da, vize ile gelen Türk vatandaşlarından oluşuyor. İçlerinde beyaz yakalılar da var.
Bu durum, AB ülkelerinde Türkiye’den gelen göçmenlere karşı bir korku ve çekingenlik yaratıyor. Avrupa’da vize başvurularının onur kırıcı gerekçelerle reddedilme oranının artması, Türkiye’nin beyaz yakalı iş gücünün Avrupa’da çalışma fırsatlarından mahrum kalmasına da yol açıyor.
Birçok komşu ülkeye Schengen bölgesine vizesiz giriş hakkı tanınırken, uzun zamandır genişleme sürecinde olduğumuz AB ile vize serbestisi görüşmelerinin çıkmaza girmesi, son bir kaç kriterin yerine getirilememiş olması Türkiye’nin Avrupa’ya entegrasyonunu daha da zorlaştırıyor.
AB ülkeleriyle göç politikalarının gözden geçirilmesi, Türkiye’nin beyaz yakalı iş gücünün Avrupa’da daha fazla yer almasını sağlayabilir.
Türkiye, Avrupa’da yaşayan Türk vatandaşlarının haklarını savunarak bu konuda da daha aktif bir rol üstlenmelidir.
Yatırımların kesilmesi ve turizmin yavaşlaması
Türkiye, yine Doğu Akdeniz gerginliği sonrasında alınan kısıtlama kararı nedeniyle son altı yıldır Avrupa Yatırım Bankası’ndan tek bir kuruş dahi yatırım almamaktadır.
Avrupalı yabancı yatırım akışı ve turist girişi azalıyor. Bu durum, Türkiye’nin stratejik sektörlerdeki kalkınma projelerine büyük bir darbe vuruyor. Özellikle enerji ve ulaşım altyapısı gibi stratejik alanlarda Türkiye’nin Avrupa’dan destek alamaması, bu alanlardaki projelerin duraksamasına neden oluyor. AB, rakip ya da zıt fikirli algılamaya başladığı Türkiye’yi Akdeniz ve Karadeniz’deki girişimlerde “bypass” etmeye çalışıyor. Türkiye, bu bölgesel projelerde adının bile anılmadığı, dışlanmaya çalışılan bir konumda.
Yeni bir başlangıç için
Türkiye-AB ilişkilerindeki derinleşen tıkanıklık, her iki taraf için de yeni bir başlangıcı zorunlu kılmaktadır.
Bu başlangıç, daha fazla entegrasyon yönünde olacağı gibi keskin bir stratejik kararla AB’den uzaklaşma istikametini de hedefleyebilir. Mevcut zorlukların üstesinden gelmek için Türkiye’nin her halükarda stratejik bir dönüşüm sürecine girmesi şart. 27 ülkeden oluşan bu yapı, farklı büyüklükleri, menfaatleri ve öncelikleri bir araya getiriyor; bu nedenle Türkiye’nin AB ile ilişkilerini güçlendirmek için öncelikle birkaç temel alanda ilerleme kaydetmesi gerekiyor:
– Ekonomik İşbirliği: Türkiye, neredeyse ticaretinin yüzde 50’sini, dış yatırımların çoğunu gerçekleştirdiği AB ile ekonomik ilişkilerini derinleştirerek entegrasyonu artırma yönünde iradesini sürdürmelidir. Bu, gümrük birliği anlaşmasının güncellenmesi, yatırım ortamının iyileştirilmesi, arz tedarik zincirlerinin güçlendirilmesi ve yeni ticaret fırsatlarının araştırılması ile mümkün. Ayrıca, AB’nin yeşil dönüşüm hedeflerine uyum sağlamak amacıyla sürdürülebilir enerji ve çevre dostu projelere odaklanılması gerekmektedir. Elbette ki basını Çin, Rusya ve Hindistan’ın çektiği BRİCS ile alternatif düzenlemeler de ihmal edilmemeli.
– Demokratik Reformlar: Otoriter yönetimlerin yükseldiği bir dünyada Türkiye, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve demokrasi konularında saf tutmalıdır. Somut Bu yöndeki reformlar, kendi insanımız için istenildiği kadar AB ile olan müzakerelerin ilerlemesi için de kritik öneme sahiptir. Özellikle basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve siyasi katılım gibi alanlarda iyileştirmeler, üyelik olsa da olmasa da Türkiye’nin entegrasyon sürecini hızlandırabilir.
– Sığınmacı Politikaları: Türkiye, AB ile mülteci krizine yönelik işbirliğini artırarak iki tarafın da yükünü hafifletebilir. Düzensiz göç yönetiminde ortak uygulanabilir politikalar geliştirilmesi Türkiye’nin uluslararası alandaki itibarını artıracaktır. Kendi ülkesinden siyasi ve ekonomik mültecilerin AB’ye akmasını da sadece ve sadece demokrasi, eğitim, kaliteli iş ve refah standartlarını yükselterek gerçekleştirebilecektir.
– Enerji Güvenliği ve Yeşil Mutabakat: Türkiye, stratejik bir enerji koridoru olarak, AB’nin enerji güvenliği için hala kilit bir rol oynamaktadır. Bu bağlamda, enerji arzı çeşitliliğini artırmak ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek, Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerini güçlendirebilir. Nükleer enerjide Rusya’ya aşırı bağımlılık gelecek için bir risk oluşturacaktır, ama bu teknoloji ve finans başka yerden gelmediği için halihazırda bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.
– Kültürel ve Sosyal Diyalog: AB ve Türkiye arasında kültürel ve sosyal etkileşimleri artırmak, iki tarafın anlayışını derinleştirebilir. Eğitim, gençlik ve kültürel projeler aracılığıyla karşılıklı etkileşimler devam ettirilmelidir.
Sonuç: Mesajlar
Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerinin geleceği pek parlak görünmüyor bugün itibariyle. İki tarafın karşılıklı beklentilerini anlaması, bu beklentiler doğrultusunda hareket etmesine bağlı ama iki tarafta da bu gerçeği kavrama konusunda nisbi körlük var gibi görünüyor. Ağaç dalları ile uğraşmaktan ormanı göremiyorlar.
AB’nin Türkiye’ye yönelik tutumu, Türkiye’nin demokratik standartlarını yükseltme, yapıcı bir diyalog ortamının oluşturma çabasıyla şekillenecektir. Dünyanın nereye gittiğine dair öngörü ve uzak görüşlülük de AB’yi Türkiye’nin vazgeçilmezliği tespitine yöneltecektir.
Düzenli kurumsal diyalog güveni ve işbirliğini zamanla arttırabilir. AB reform ve uyum düzeyi yükseldikçe genişlemenin yeniden ivme kazanması mümkün olabilir.
Lakin 60 yılda olmamış şeyler sanki önümüzde 6 yılda olacakmış gibi bir rehavete kapılmayalım. Mevcut tıkanıklık yakın gelecekte açılmazsa değişmekte olan dünya jeopolitik, ekonomi, teknoloji ve enerji dinamikleri Türkiye’yi başka stratejik ortak seçeneklerini değerlendirmeye, AB eşiğinde beklemektense bugünkünden daha bağımsız ve kararlı hareket etmeye sevk edebilir, o zaman da Türkiye’yi AB’ye zamanında dahil etmemiş olmanın bedelini hem geleceğin AB’si, hem de yanlış bir seçim yapılmışsa Türk halkı ödemek zorunda kalabilir.
Şahsi kanaatim: Kazan-kazan yaklaşım her iki taraf için de en iyisi ve at gözlüklerini çıkartıp ilişkileri en azından “pozitif gündem” çerçevesinde iyileştirme, Türkiye’deki reform sürecini teşvik etme, destek verme çabası yarın değil hemen bugün başlatılmalı. Ankara’da güçlü bir yeni iktidar işbaşına gelir, gerekli adımları süratle atar, liyakatlı ve ikna edici yeni yüzler ile masaya oturursa üç yılda gereken köklü dönüşümü sağlayıp AB’de de heyecan verici bir hareketlenme surecini sağlayabilir.
Bu tarihi bir sorumluluk, ekonomik dev, siyasi cüce AB ve kilit üye ülkeler için, dünyanın ekonomik, siyasi ve güvenlik bunalımlarının daha da artacağı, çatışmaların büyüyeceği yolundaki tahminlerin zirve yaptığı bir dönemde.
Yoksa bu gidişle manzara Ankara ve Brüksel (hatta bu ilişkinin perde gerisindeki etkili oyuncularından Washington) için hiç de iç açıcı olmayacak.