Bahçeli’nin sözleri “yeni süreci” açık etti

Gazeteci Yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında gelen olay ve gelişmelerle ilgili sorularını cevapladı. Kışlalı, belediyelere kayyım atamaları, MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin sürece ilişkin açıklamaları, ülke her açıdan kötüye giderken Meclis’te çoğunluğu elinde tutan AKP + MHP milletvekillerinin takındığı tutum, “cumhurbaşkanlığı adaylığı” konusunda kamuoyu anketleri, asgari ücrete yapılacak zamma ilişkin iş insanlarının yaptığı açıklamalar, ABD seçimleri konularında açıklamalarda bulundu.

 

GÖZLEM – Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanmasının ardından belediyeye kayyım atandı. Siyaset gündemini karıştıran olaya giderek sertleşen tepkiler artarken MHP’den dikkat çeken bir açıklama daha geldi. Genel Sekreter İsmet Büyükataman; “CHP-DEM ortaklığı ile kazanılan” Akdeniz ve Toroslar Belediyeleri ile İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’ni işaret etti. Ve de hafta başında DEM partili Mardin Büyükşehir Belediyesi, Batman Belediyesi ve Halfeti Belediyesi başkanları görevlerinden alınarak, yerlerine kayyım atandı; görüşünüz?

K – Erdoğan’ın yeni “Apo açılımıyla” en büyük amacının kendisinin tekrar Cumhurbaşkanı seçilebilmesini sağlayacak Anayasa değişimine DEM Parti’den ve Kürt siyasetinden destek ve oy aramak olduğu belliydi. Bahçeli’nin şu sözleriyle bunu kendileri de açık etmiş oldular: “Diyorlar ki, yeni anayasa hazırlık süreci için tahkimat yapıyormuşuz. Sayın Cumhurbaşkanımızı bir kez daha seçtirmek için yol arıyormuşuz. Terör hayatımızdan sökülüp atılırsa, enflasyon canavarına kesif bir darbe indirilirse, Türkiye siyasi ve ekonomik istikrarın zirvesine çıkarsa, Sayın Erdoğan’ın bir kez daha seçilmesi doğal ve doğru bir tercih değil midir? Bu kapsamda lazım gelen anayasal düzenlemeyi yapmak önümüzdeki ödevler arasında olmayacak mıdır?” Ancak son kayyım atamaları bana göre Erdoğan’ın buradan istediği tür bir Anayasal desteği sağlayamayacağını öngörüyor olduğunu gösterdi. Bir taraftan hakikaten Anayasa’yı istediği şekilde değiştirmek için DEM Partili milletvekillerinin oylarını talep edecek, buna sayısal olarak ihtiyacı var. Ama öbür taraftan DEM Parti’nin seçilmiş belediye başkanlarını görevden alıp yerlerine kendi işlerini görecek AKP memurlarını atayacak. Bunun herhangi bir Anayasa oylamasında iktidarın lehine olmayacağı aşikar. Bu da hakikaten Erdoğan’ın “yeni açılım” ile istediği desteği alamayacağını zaten biliyor olduğunu gösteriyor. Neden bu yola başvurdu? Bana göre en önemli nedeni bir taraftan ekonomik sıkıntıların gündemde daha fazla yer almasını engellemek, diğer yandan da bu atanan kayyımlar aracılığıyla kurguladığı rant düzeninin devam etmesini sağlamak. Aynı zamanda da CHP’nin içini karıştırmak, muhalefeti ümitsizliğe itmek. Esenyurt’a, özel olarak üç gün önce vali yardımcılığına atanan bir kişinin kayyım olarak getirilmesi de bunu gösteriyor. Atanacak başka bir vali yardımcısı yok muydu? Yasanın mevcut durumuna göre atanacak kayyımun “seçilme yeterliliğine sahip olması” dışında bir şart aranmadığı dikkate alındığında, atanan kayyımun “özel bir rol üstlenmek” üzere atanmış olabileceği ortaya çıkıyor.

 

GÖZLEM – MHP Genel Başkanı Bahçeli, bir taraftan “Kürdü sevmeyen Türk, Türk değildir, Türk’ü sevmeyen Kürt, Kürt değildir” diyecek, bir taraftan Ahmet Türk görevinden alınıp, yerine 3’üncü defa kayyım atanacak; bu nasıl bir uygulamadır, sizce?

K – Durumu anlamak için mevcut yasal yapıyı iyi anlamak gerekiyor. İktidar, Belediye Yasası’nda darbe girişimi sonrası 1 Eylül 2016’da çıkardığı 674 sayılı kanun hükmümde kararname (KHK) ile bazı değişiklikler getirdi. Buna göre “belediye başkanı veya başkan vekili ya da meclis üyesinin ‘terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları sebebiyle görevden uzaklaştırılması veya tutuklanması ya da kamu hizmetinden yasaklanması’ hallerinde yerine kayyım ataması … yapılması” hüküm altına alındı. Bu düzenleme Anayasa’ya aykırı olmasına karşın o dönemde CHP tarafından Anayasa Mahkemesi’ne taşınmadı. Sözcü’den Saygı Öztürk yasal sürecin nasıl işlediğini kaynaklara dayandırarak ve biraz daha açarak şöyle yazdı: “Örgütsel bağlantıları nedeniyle belediye başkanları tedbir amaçlı açığa alınabildiği gibi istense alınmayıp dava açılırsa bu süreçte ya da bu davanın sonucu beklenip görevden alınabiliyor. Dava karara bağlansa bile istenirse açığa alınmaz, Anayasa Mahkemesi’ne Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne açılan davanın da sonucu beklenir. Yani yasanın bu maddesi istenildiği gibi kullanılabiliyor”.

 

GÖZLEM – Yaygınlaşmaya başlayan bir iddia var; “İktidar, DEM ya da CHP’li adayla ilgili ‘suç iddialarını’ devreye koymayıp, ‘Seçime girebilir’ kağıdı almasına göz yumuyor. Seçimi kazanırsa, ‘o iddiaları öne sürüp’ görevden alıyor ve kayyım atıyor. Seçilen başkan, baştan ‘temiz kağıdı alamasa’ seçime giremeyecek ve de yerine ‘temiz kağıdı alacak’ bir başka aday gösterilecek ve seçim kazanıldığında görevden alınamayacak, kayyım atanamayacak” deniliyor. Sanki “Bile bile lâdes” örneği; Siz ne diyorsunuz?

K – Kesinlikle katılıyorum. Niye böyle suçlanan kişilere belediye başkan adayı olabilmesine olanak tanınıyor, neden bu önceden engellenmiyor? Dediğiniz gibi muhtemelen bu iktidarın işine gelmiyor çünkü bu kişilerin belediye başkanı olarak atandıktan sonra görevden alınabilmeleri, iktidarın buraya kendi kayyımını atayacak olmasından dolayı daha çok işine geliyor. Ancak konunun bir de diğer bir yönü var. Niçin DEM, görevden alınabileceğini bildiği halde ısrarla haklarında açılmış veya sonuçlanmış davalarla örgütsel bağlama suçlaması olan isimleri belediye başkanlığı için aday gösteriyor? Hem mağduriyet yaratmak için, hem de “haklarında bir suçlama olmayan adayların, seçildikten sonra kolaylıkla suçlanabilecek olmalarından” dolayı mı? İlgili KHK’nın yürürlüğe girdiği 2016’dan sonra belediyelere 240 tane kayyım atandı. Sadece geçen dönem DEM Parti tarafından kazanılan 65 belediyenin 59’una tekrar kayyım atandığı düşünüldüğünde, DEM Parti şimdiden bu ihtimali olan seçim bölgeleri için mevcut belediye başkanlarını istifa ettirip, parti meclislerinden haklarında soruşturma olmayan isimleri seçtiremez mi? Ama bunu yapmak isteseler zaten baştan görevden alınacakları muhtemel olan mevcut başkanları aday yapmazlardı.

 

GÖZLEM – Meclis’te çoğunluğu elinde tutan AKP + MHP milletvekilleri, “ülkede “siyasi, sosyal ve ekonomik gidişi” görmüyor, yaşamıyorlar mı? Neden Yönetimi uyarmıyorlar; tarihten hiç mi ders almamışlar?

K – İktidar partisinin milletvekillerinden bu yönden bir yaklaşım beklemek biraz saflık olur. Aslında halkın sıkıntısını kendileri de seçim bölgelerinde ve sokakta çok ciddi bir şekilde görüyor, izliyor, tespit ediyorlar. Bazıları bunları kapalı toplantılarda yönetimlerine ve Erdoğan’a da bildiriyor. Ancak bunun ötesinde durumu değiştirmeye dönük bir hareket tarzını hem iktidarın “biat” kültürü, hem de Erdoğan’ın kurduğu otokratik düzen gereği beklemek mümkün değil. Ancak buna bir istisna en üst düzeyde geçen hafta içinde yaşandı ve yoğun gündemin içinde kanımca dikkatten kaçtı. Dikkat ederseniz geçen hafta grup toplantısında yaptığı konuşmada Devlet Bahçeli, “Erdoğan’ın tekrar seçilebilmesine dönük anayasal düzenlemenin yapılmasını” şu şartlara bağlamıştı: “Terör hayatımızdan sökülüp atılırsa, enflasyon canavarına kesif bir darbe indirilirse, Türkiye siyasi ve ekonomik istikrarın zirvesine çıkarsa”. Bu bir uyarı mı, mesaj mı, hatırlatma mı? Bu sözleriyle Bahçeli de “Terörün hayatımızdan sökülüp atılamadığını”, “enflasyon canavarının mevcudiyetini koruduğunu ve canavara darbe indirilemediğini” ve “Türkiye’nin siyasi ve ekonomik istikrarın zirvesinde olmadığını” ifade etmiş olmuyor mu?

 

GÖZLEM – Yapılan son anketlerde, “cumhurbaşkanlığı adaylığı” konusunda, Mansur Yavaş, Erdoğan’a da, İmamoğlu’na da fark atıyor. Sadece CHP’lilere sorulduğunda da Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu’nun da, Özgür Özel’in de önünde… Nasıl yorumluyorsunuz?

K – Mansur Yavaş’ın siyasetteki tarzı her zaman “Ben belediye başkanlığından başka bir görev istemiyorum, ama eğer Partim bana bir görev verirse bunu yerine getirmeye çalışırım” çizgisindeydi. En azından CHP’ye girdikten sonraki dönemde “Bir görev talebinde bulunmayıp, görevin kendisine gelmesi” şeklinde tanımlanabilecek bir yaklaşımı oldu. Belediye başkanlığına adaylığı ve seçilmesi de, sonraki yaklaşımları da bu çizgideydi. Ancak kanımca bu yaklaşımını değiştirip “rengini ve siyasetini” daha fazla göstererek Cumhurbaşkanlığına aday olduğunu belli etmesi CHP’nin Tüzük Kurultayı’nda oldu. Yavaş, burada Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu’ndan sonra söz alıp “konuşma yapacağı bilgisinin kendisine yalnızca 1 saat önce iletildiğini söyleyerek” sitem etti. Buna içerlediğini belli etti ve “Kurumsal bir partide eğer iki belediye başkanı konuşturuluyorsa sorun vardır. Aylardır yapılan fitne ateşine yani Ekrem mi Mansur mu şiddetli bir şekilde karşı çıkıyorum. Ama biz 14 tane büyükşehir belediye başkanıyız sadece ikisini konuşturursanız buradan biz de fitne ateşine odun atmış oluyoruz” dedi. Bana göre aslında tabii ki Kurultay’da 14 belediye başkanı konuşturulamaz, Yavaş’ın bu konuşmasıyla kastettiği “İkimiz yarışmıyorsak niye Ekrem bey konuştu ve yarışıyorsak niye beni konuşturmadınız?” şeklinde Özgür Özel’in taraf olduğunu düşündüğü bir “fitne ateşi”nin yakılması olayıydı. Her ne kadar Özel ile İmamoğlu kendisinin samimi olarak gönlünü almaya çalıştıysa da –ki Özel’in başını gülerek Yavaş’ın omzuna koyduğu ‘çocuksu’ fotoğraf hatırlardadır– bu toplantıdan sonra Mansur Yavaş “Yeniden parlamenter sisteme dönüş” çağrısını çok açık bir şekilde yaptı ve bu çağrı ile beraber Cumhurbaşkanı olduğunda AKP dönemini de sorgulatacağı, pasif değil aktif bir cumhurbaşkanlık mesajını dolaylı olarak vermiş oldu. Şimdi de gündemdeki önemli konularla ilgili fikirlerini açık seçik belli ediyor. Son olarak kayyım sistemine ilişkin atamalarda “herhangi biri yerine” belediye meclisinden birisinin atanması yolunda yasal düzenleme yapılması önerisini öne sürmesi bunun bir örneğiydi. Mansur Yavaş’ın Ekrem İmamoğlu’na göre “daha devlet adamı, daha tarafsız” bir görüntüsü var. Sağdan oy aldığı kesin ama Ekrem İmamoğlu da belli oranda sağdan oy alabilir. Buna karşın Yavaş’ın bir cumhurbaşkanlığı seçiminde Kürt kesiminden oy alması Ekrem İmamoğlu’na göre biraz daha zor. Eğer CHP seçmeni Mansur Yavaş’ı daha çok tercih ediyorsa, bunda, son dönemde rengini daha çok belli ederek aslında CHP’nin kırmızı çizgilerine daha açıkça sahip çıkmasının yanısıra, CHP seçmeninde yarattığı “sağdan oy alarak cumhurbaşkanlığını kazanma ihtimalinin daha yüksek olduğu” algısının da etkisi olduğunu düşünürüm. Buna karşın meydanlara çıkıldığında Ekrem İmamoğlu’nun karizması Erdoğan’a karşı her zaman çok büyük bir koz olacaktır.

 

GÖZLEM – Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Gürsel Baran, Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan’ın ABD temaslarında yüzde 25 civarı asgari ücret artışının 2025 enflasyon görünümüyle uyumlu olacağına yönelik açıklamalarını desteklediklerini belirterek “Biz de, asgari ücrete yapılacak zammın bu seviyede olması gerektiği kanaatindeyiz” dedi. 2024 yılı enflasyonun tahminlerini de göz önüne alırsak, TÜBİTAK ve ENAG’ın enflasyon rakamları arasındaki fark ortada iken, yüzde 25’lik zam, asgari ücretlileri tatmin edecek bir zam olabilir mi? Yine TÜİK’e göre TÜFE’deki değişim 2024 yılı Ekim ayında on iki aylık ortalamalara göre yüzde 62,02 olarak gerçekleşti. Buna göre kira artışlarında baz alınan tavan zam oranı Kasım ayı için yüzde 62,02 oldu. Memuru, işçisi, emeklisi “bu artışları” nasıl karşılayacak?

K – Öncelikle yüzde 25’lik artış asgari ücretliler için tatmin edici olamaz. Çünkü iktidar tasarruf, vergi, yolsuzluk gibi konularda atması gerektiği adımları atmadığı, atamadığı için enflasyon yüksek seyretmeye devam ediyor. Aylık enflasyonun istikrarlı bir şekilde yüzde 2’lerin altına inmemesi durumunda 2025 enflasyonunun yüzde 25’i geçeceği ve ortalama enflasyon da dikkate alındığında dar gelirli kesimin ödeme gücünün yine ciddi bir biçimde düşeceği gözüküyor. Öte yandan korkarım bugünkü şartlarda asgari ücretlilerin bu yüzde 25’lik zammı görmeleri bile çok zor. Çünkü aslında IMF’nin işaret ettiği ve Mehmet Şimşek’in ciddi bir hedef olarak gördüğü esas zam oranı, Orta Vadeli Planı’nda 2025 enflasyonu olarak yer alan yüzde 17,5’luk orandır. Mehmet Şimşek’in “enflasyon ile mücadele” programında ortaya çıkan en büyük eksiklik şu: İşçi, memur, emekli ve diğer dar gelirli kesimin geliri baskılanıyor ve faizler yüksek tutuluyor ama esas tasarruf, vergi, yolsuzluk gibi konularda atılması gereken adımlar atılmadığı sürece enflasyon yüksek seyretmeye devam edecek. Bu şartlarda da kira, gıda, eğitim gibi bütçelerinde büyük yer tutan kalemlerin dar gelirliye etkisi daha uzun süre ciddi biçimde sürmeye devam edecek. Kirada da belki bazı kesimler karşılıklı anlaşma yoluyla tavan fiyat olması gereken yüzde 62’nin altında bir miktara anlaşacaklar. Ancak bunun kiracıların ciddi bölümünü kapsaması mümkün gözükmüyor.

 

GÖZLEM – ABD seçimlerini bir dönem aradan sonra tekrar Donald Trump kazandı. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

K – Trump seçimi kapıları kapamaya dönük göç politikası ile “Amerika’yı yeniden büyük yapacak” korumacı ekonomik politikalara dönük vaatleri ve “bu vaatleri yerine getirebilecek pratikte olduğu” algısıyla kazandı. Harris ise Biden politikalarının devamından çok da farklı vaatlerde bulunamadı. Sistemin aynı “beceriksizlik ve yetersizlikle” devam edeceği kaygısını gideremedi. Kim ne derse desin, önceki dönemindeki Türkiye’ye karşı icraatlarına rağmen, Trump’ın Harris’e göre Türkiye için daha iyi bir seçenek olduğunu düşünüyorum. Bir defa Ukrayna, Orta Doğu, NATO’nun yayılmacılığı, silah ve petrol endüstrilerine kayırmacılık ve dünya savaşı gibi konularda “basit pratikliği”yle demokratlardan daha az yıkıcı politikalar izleyeceğini öngörüyorum. Çekilmese bile “asker çekmeyi” sürekli gündemde tutması Suriye konusunda Türkiye’nin elini güçlendirir. Biden döneminde Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’ye bakışı “tarihinin en kötü noktasına” geriledi. Türkiye şu an için ABD’nin gözünde “dost” ülke değil. Türkiye ABD’nin başını çektiği Batı dünyasının sınırıyken, şimdi ABD sınırı Yunanistan’a çekti ve Türkiye Doğu’nun, Orta Doğu’nun Batı komşusu konumuna itildi. Türkiye, Yunanistan ile Ege ve Doğu Akdeniz’de karşı karşıya bırakıldı ve ABD’nin Kıbrıs Rum Kesimi ile yaptığı yakınlaşmalar bu durumu perçinledi. Başta Ermenistan olmak üzere Türkiye açısından önemli konularda ilişkiler ve Türkiye’nin tuttuğu mevzi hep geriledi. Bir dünya savaşı olsa ABD Türkiye’yi yanında görmüyor. Hiçbir Amerikan hükümeti bu şartlarda Türkiye’ye sıcak bakmıyor ve bakmayacak. Bu bakımdan aklı başında pek çok kalemin aksini iddia etmesine karşın, Trump’ın Türkiye için Biden’den; veya daha da önemlisi, kazansaydı kuvvetle muhtemel onun attığı adımları daha da “ileri götürecek” ve bizim aleyhimize “radikalleştirecek” Harris yönetiminden daha kötü olacağını söylemek mümkün değil. “İyi” Amerikalılar Trump’tan “antidemokratik hatta diktatörvari” davranışları nedeniyle nefret ediyorlar ve bunun derin “hayal kırıklığını” yaşıyorlar. Kulübe hoş geldiniz! Onlar için üzülemeyeceğim çünkü iki yüzlü Amerikan politikalarının Atatürk Türkiye’si gibi bir ülkeyi nasıl kademeli olarak yüzüstü bıraktığını ve kendi pratik çıkarları için nasıl modern bir Türkiye yerine “kullanabilecekleri” bir Türkiye’yi tercih ettiğini gördük. Şimdi demokrasi ve insani haklar açısından kendilerinin de bizim gibi bir başkanları oldu. Bu da kaderin bir cilvesi olsa gerek.