40 yıllık ‘Terör sorunu’, ‘Kürt sorunu’ oldu

Ülkemizde siyasetçiler gerçek niyet ve maksatlarını açık ve anlaşılır şekilde ifade etmiyorlar. Üstü kapalı, ucu açık birtakım mesajlar veriyorlar. Ardından; gazeteciler, bürokratlar, akademisyenler, STK’lar, gazeteciler verilen mesajları açmaya, ne anlama geldiğini yorumlamaya çalışıyorlar. Yapılan yorumlar, mesajı veren siyasetçiye zarar vermeye başladığında; bu defa “siyaseten söyledim, gerçek niyetim bu değil” diyerek ya da söylemlerini hamasetle süsleyerek dikkatleri başka yöne çekmeye çalışıyorlar. Buna rağmen konu gündemde kalmaya devam ediyor ve mesajı veren siyasetçinin istediği yönde gelişmeye devam ediyor.

 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin terörist başı Apo’yu Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’nde konuşmaya davet etmesi, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “el yükseltiyorum, Kürtleri Türkiye Cumhuriyetinin sahibi yapalım” diyerek konuya müdahil olması, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın “asıl muhatabımız Kürt kardeşlerimizdir, Bahçeli’nin elini değil, tüm vücudunu taşın altına koymasıyla daha büyük bir imkan ele geçirildi, cumhur ittifakı olarak tam mutabakat içindeyiz” diyerek destek vermesi ve sonrasında bürokratların, akademisyenlerin, STK’ların, bazı gazetecilerin yaptıkları açıklamalar 40 yıldır mücadele ettiğimiz terör sorununun “Kürt sorunu” olarak yeni bir sürece sokulmakta olduğu algısı yarattı.

 

Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) “Türkiye kendi içindeki Kürt sorununu çözebildiği oranda bölgedeki diğer Kürt nüfusuyla da sağlıklı ilişkiler geliştirecektir. Kürt sorununu bölgesel ve uluslararası bir sorun olmaktan çıkarmak için Türkiye; cesur, özgürlükçü ve kararlı bir siyasi ve toplumsal irade göstermek zorundadır” sözlerini içeren bir makale yayımladı. Bu makalenin MİT Başkanı İbrahim Kalın tarafından kaleme alındığı iddia edildi.

Barış Vakfı; “Kürt Sorunu İçin Bütünlükçü Barış Yöntemi” başlıklı bir raporu kamuoyu ile paylaşarak birtakım çözüm önerileri getirdi.

 

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş; Bahçeli’nin terörist başını TBMM’ne davetiyle ilgili sorulan bir soruya “Bir eli silahta, bir eli sandıkta siyaset olmaz. Bu konuda atılacak adımlar Türkiye’yi rahatlatır” diyerek cevap verdi. Dikkat edilirse bu ifadeler, Bahçeli’nin; geçtiğimiz günlerde “silah varsa siyaset yoktur” açıklamasıyla paraleldir. Ben bu söylemleri PKK’nın siyasi zemine davet edilmesi olarak algıladım.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan; Kırgızistan ziyaretinde, Türk alfabesine 5 yeni karakter eklenmesi konusunu gündeme getirdi. Türkçenin telaffuzunda yer almayan, pek çok vatandaşımızın nasıl okunacağını bile bilmediği Q, X, W, Ň, Ä harflerinin ne maksatla alfabemize eklenmek istendiği anlaşılamadı. Bu harflerin Kürtçenin telaffuzunda yer alıyor olması da kafaları karıştırdı.

 

Eski AKP Milletvekili Mehmet Metiner; bir kademe daha el yükselterek “PKK’ya sağladığımız bu şansı neden Hizbullah’tan esirgeyelim” sorusunu sordu. PKK ile ilgili açılım ivme kazanırsa, şimdilik sadece Metiner tarafından dile getirilen bu konunun; gelecekte kimlerin, hangi taleplerinin önünü açacağı, kimlerin radikal İslamcı terör örgütlerini Türkiye siyasetine sokmaya çalışacağı şimdiden düşünülmelidir kanaatindeyim. Ülkemizdeki terör sorununun Kürt sorunu olarak tanımlanmaya çalışıldığı böyle bir süreçte dışarıdan da paralel açıklamalar gelmeye başladı.

İsrail’in yeni Dışişleri Bakanı Gideon Sa’ar; “Kürtler büyük ve siyasi bağımsızlığı olmayan bir millet” ifadesini kullandı. Kürtlerin, İsrail’in “doğal müttefiki” olduğunu söyledi. “Kürtlere ulaşmalı ve bağlarımızı güçlendirmeliyiz. Bunun hem siyasi hem de güvenlik yönleri var” yorumunu yaptı. “Kürtlerin Türkiye ve İran’ın kurbanı olduğunu” iddia etti. “Her zaman azınlık olacağımız bir bölgede doğal ittifakların diğer azınlıklarla olacağını anlayın” diyerek niyet ve maksadını açıkça dile getirdi, Oded Ynon’un 1982 yılında gündeme getirdiği “İsrail’in güvenliği” ile ilgili planı hayata geçirmeye kararlı olduğunu ilan etti.

 

İsrail Dışişleri Bakanı’nın bu konuşması; ikinci kez ABD Başkanı seçilen Trump’ın Kasım 2019’daki bir konuşmasında sarf ettiği sözleri hatırlattı. Trump o konuşmasında “Kürtlerin, Türklerin doğal düşmanı olduğunu, (Türklerle Kürtlerin) yüzyıllardır savaştıklarını” iddia etmiş, “Türkler bizim insancıl olarak değerlendirdiklerimizin dışına çıkarsa aşırı derecede zarar görmüş bir ekonominin gazabına uğrarlar” diyerek tehditler savurmuştu. Trump’ın yeniden başkan seçilmesi, ABD’nin; Ortadoğu ve Kürt politikasını kararlılıkla sürdüreceği kanaatini güçlendirdi.

 

Süreç böyle devam ederken PKK ile ilgili bir haber de İsviçre’den geldi. İsviçre Federal İstihbarat Servisi (FIS)’nin “gizli” bir raporu nasıl olduysa basına sızdı. Bu raporda; PKK’nın İsviçre’de terör propagandası yaptığı, Kürt mültecileri yanına çekerek eleman devşirdiği, bunları Türk ordusuna karşı savaşmak için eğittiği, gizlice para topladığı, camilere ve Türk misyonlarına eylem yapmayı planladığı yer aldı. Bu bilgiler sanki ilk kez elde ediliyormuş gibi servis edildi.

 

Türkiye bugüne kadar ülkemizi 40 yıldır meşgul eden PKK terörüne hiçbir zaman “Kürt sorunu” dememişti. Aksine Kürt vatandaşlarımızın çok büyük bir bölümünün vatanına ve milletine bağlı olduğu gerçeğini savunmuş, sorunun emperyalist devletlerin güdümündeki PKK’nın ayrılıkçı politikasından kaynaklandığını vurgulamıştı. Şimdi ne oldu da PKK elebaşı meclisimize davet ediliyor? Ne oldu da terör sorunu Kürt sorunu olarak dillendiriliyor ve siyasetle çözülmesi gerektiğinde söz ediliyor? Türkiye’de siyasetçilerin teröre bakış açısındaki bu değişimde ABD ve İsrail’in rolü var mıdır?

 

Bölgemizdeki gelişmelere bakıldığında PKK; ABD’nin sahneye koyduğu, bölgenin şekillendirilmesi projesindeki görevini tamamlamıştır. Bütün dünyanın terör örgütü olarak tanıdığı PKK’nın bundan sonra bu projeye katkısı olmayacaktır. PKK; silah bırakır, başta terörist başı Apo olmak üzere örgütün yöneticileri Türkiye’nin siyasi sistemine entegre edilirlerse mücadelelerine siyasi alanda devam edebileceklerdir. Bu durumda; “demokrasi, özgürlük, insan hakları” gibi kavramlara sığınarak yeni taleplerde bulunacaklardır. Nihai hedefleri ise başlangıçta federal bir yapı kurmak, zamanla bağımsızlığa giden yolu açmak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu emperyalizmin çıkarına sunmaktır. Irak ve Suriye’deki Kürt yapılanmaları bunun örneğidir ve benzer süreçlerden geçirilerek bu günkü konumlarına getirilmişlerdir. Bugün artık ne Irak’taki Kürt yapılanması ne de Suriye’deki PKK uzantısı (PYD/YPG) terör örgütü olarak tanınmamakta, hepsi de ABD ve İsrail’in çıkarına hizmet etmektedir.

 

Ayrılıkçı düşüncenin meşru siyaset alanında faaliyet göstermesi; Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus devlet yapısı, birlik, beraberlik ve bütünlüğü için çok büyük bir tehdittir. Yapılması gereken Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin; huzuru, mutluluğu ve güvenliği için gayret sarf etmek, halkımızı birlik ve beraberlik içinde yaşatacak koşulları oluşturmaktır. Vatandaşlarımız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kanatları altında kendilerini huzur ve güvende hissettiği sürece başka arayışlara girmeyecektir. Ulu önderimiz Atatürk; yokluklar içindeyken bile yıllarca süren savaşlardan yorgun çıkan halkımızı bir arada tutmayı başarmıştır. Atatürk’ün izinden gidersek yine başarabiliriz.