Gazeteci Yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında gelen olay ve gelişmelerle ilgili sorularını cevapladı. Kışlalı, Bahçeli’nin Öcalan açılımı, iktidarın belediyelere yönelik kayyım ve soruşturmaları, İzmir’de yoksulluk içinde yaşayan 5 çocuğun çıkan yangında hayatını kaybetmesi, Erdoğan’ın yeniden aday olabilmesi için yapılan girişimler, Trump’un başkanlığı döneminde Türkiye – ABD ilişkileri konularında açıklamalarda bulundu.
******
GÖZLEM – Ülke çapında, Öcalan açılımı ile “Türk – Kürt sorunu tartışmaları” gündemin “yokluk / fakirlik süreci” ile beraber ilk sırayı paylaştığı bir zamanda, Meclis’te milletvekilleri birbirine giriyor, Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediyelerinde meclis üyeleri birbirine giriyor, yumruklar atılıyor, şişeler uçuşuyor. “Siyaset ve idarenin zirvelerinde tablo bu olunca”, yurt çapında birlik beraberlik nasıl sağlanacak; kim sağlayacak?
K – Yurtiçinde birlik beraberlik sağlama amacı güden bir hükümet, iktidar sağlayacak. Ancak o iktidar bu iktidar değil. Bu iktidar, bilakis Erdoğan’ın isteğiyle Bahçeli’nin “birlik beraberlik sağlama” iddiasında olan “yeni açılım” önerisinde bile ülkedeki kutuplaştırmayı daha üst seviyelere çıkardı. Bir taraftan Kürt siyasetine Öcalan’a af isteğiyle bir havuç verirken, diğer taraftan kayyum atamalarıyla CHP’nin içini karıştırmaya ve DEM ile karşı karşıya bırakmaya çalıştı. Erdoğan’ın amacı hiçbir şekilde ülkede birlik beraberlik sağlamak değil, olsaydı seçimleri kaybederdi. Huzurlu bir ülkede Erdoğan seçim kazanamayacağını düşünüyor. Bilakis kutuplaşmayla beraber oylarının arttığını görüyor. Ayrıca kutuplaşmayla ülkeyi istediği radikalleşme sürecini kabul ettirecek bir noktaya getireceğini hesaplıyor, planlıyor. Yalnız bu süreçte arada gittikçe daha şaşırtıcı şekilde yaptığı önermelerle de hem kafaları karıştırmayı hedefliyor, hem de kendi sağlığına ilişkin “söylentilerin” sorgulanmasına neden oluyor. Yaptığı hesap ve attığı adımlar eskisi kadar keskin ve hedefe yönelik nokta atışı değil. Bir defa bu son çıkışların ülkede şu an için yine “eksik” duruma düşen muhalif merkez sağı bir araya getirmeye yarayacağını düşünüyorum. Öte yandan “Şayet, Gazi’nin ömrü ve sağlığı en azından bir 10 yıl daha ülkeyi yönetmeye el verseydi, hiç şüphesiz 2. Cihan Harbi sonrası bambaşka bir Türkiye görecektik” ve sanki o zaman ülke sınırları içinde değilmiş gibi Atatürk’ün Libya’daki fotoğrafıyla ilgili “Bize ‘Libya’ya niye gidiyorsunuz?’ diyorlar. Bak gitmiş işte” gibi çıkışları aklının bir köşesinde “Atatürk karışıklığı” yaşadığı izlenimini veriyor.
GÖZLEM – Baba, cezaevinde… Ana, sokak sokak dolaşıp hırdavat toplayarak, çocuklarını besliyor. Ve de “sabah” saatlerinde “sattığı hırdavatın parasını almak için” yollara düşüyor… Evde 1 – 2 – 3 – 4 – 5 yaşlarında 5 çocuk kalıyor. Elektrikli soba devriliyor, yangın çıkıyor ve 3 çocuk dumandan boğularak, ikisi hastanede yanıklardan ölüyor. Ülkenin içinde olduğu, “içler acısı” ve “insan olarak ‘kabul edilemez’ bu durum” konusunda görüşünüz?
K – Ülkede bir ay geçmiyor ki, bir ucu yoksulluğa ve cahilliğe bağlı olup önceden örneği olmamış bir şekilde vicdanları sızlatan, yürekleri yakan bir olay yaşanmasın. Olayı anlatırken sarfettiğiniz her bir kelimede, tamlamada ayrı bir facia var. Bu yoksulluğun da ilerisinde, gelir dağılımıyla, bu bozuk düzene tamamen hakim olamayıp düzeltemeyen bir devlet yapısı ve idareyle ilgili. Neresinden tutsanız elinizde kalacak bir olay. Bir de bunun ötesinde bir AKP İl Başkanı’nın tesadüf olarak aynı hafta içinde “Bedava siyaset“ konuşmasıyla gösterdiği “Vefattan siyaset çıkarma” yaklaşımı da bu konuların kısa zamanda çözülemeyeceğine işaret ediyor.
GÖZLEM – İktidar, “AKP – MHP ortaklığı”, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “yeniden aday olup seçilmesi” peşinde koşarken, “Ana Muhalefet” CHP’nin içinde de “ülkenin ve halkın gündeminin önüne çıkan” bir tablo görünüyor; “Genel başkanlık / Cumhurbaşkanlığı adaylığı mücadelesi,’ kurultay toplansın / toplanmasın’ çatışması” zirve yapıyor; bu tabloyu nasıl yorumluyorsunuz?
K – CHP gereksiz bir “tartışma” sürecine girdi. Bunda Genel Başkan Özgür Özel’in “yumuşama/normalleşme”, “ayağa kalkma” gibi çıkışlarıyla liderliğini gereksiz yere tartıştırmasının etkisi oldu. Yerel seçimlerde sağladığı başarıyla partiyi derleyip toparlayıp sıkı bir muhalefet etmeye yönelmek varken, “kendini kanıtlama isteğinin” ve “yakın çevresinin hırslarının, isteklerinin” bedelini ödüyor. Başta Kemal Kılıçdaroğlu döneminde seçilen bazı milletvekilleri olmak üzere, CHP içinde bu yönetimde etkisini kaybedip kendi etkilerini arttırmak için harekete geçen bir kesim var. Eğer normal Kurultay sürecine gidilirse delegeler değişebilir. Oysa şimdi delegeler içinde Kemal Bey’in ve hiç şüphesiz Ekrem İmamoğlu’nun büyük ağırlığı, gücü var. Bu kesim, Özel’in yaptığı yanlışları görünce, haklı olarak “Doğru yönde gitmiyoruz” düşüncesiyle Kurultay ve Genel Başkan değişikliği istiyorlar. Eğer Özel bu yaptığı hataları yapmasaydı, yerel seçimlerden aldığı güç karşısında kimse bu tür istekleri dile getirip öyle veya böyle Parti içinden bir destek göremezdi. Ancak genel başkanı değiştirmek için yeni bir genel başkan adayı çıkması gerekir. Bu kişi de şu an için Ekrem İmamoğlu’ndan başkası olamaz. İmamoğlu, hakkındaki yargı süreci ile siyaset dışı bırakılmak istenebilir. Yerine kayyum atanmak istenebilir. İstanbul Belediye Başkanlığı’nı bırakıp CHP Genel Başkanı olsa, iktidar açısından bu yargı kararlarını çıkarmak çok daha zor ve riskli olur. Bu gerçeğe karşı İmamoğlu’nun genel başkan olup yıpranma riskini göze almayı şu an için tercih etmediği anlaşılıyor. Bu durumda da kim ne derse desin, Özgür Özel’in yerine bu süreci başarılı bir şekilde yürütüp genel başkan olabilecek kimse gözükmüyor. Bu açıdan CHP’li 81 il başkanının Özel’e verdiği destek çok önemliydi. Artık buna rağmen, bir genel başkan adayı olmadan bu istekleri dillendirmek isteyenler CHP’ye kesin zarar veriyor. Kendi açılarından da anlamsız bir iş yapıyorlar. Özgür Özel’den memnun olmayabilirsiniz, ama yerine birisini bulacak kadar açık bir destek almadan bunu kamuoyu önünde tartışmak hem kendinize hem de partiye zarar verir. Veriyor.
GÖZLEM – ABD Başkanlığı’na seçilen Trump’ı Cumhurbaşkanı Erdoğan “Dostum” diye niteleyerek kutlamıştı. Aradan bir hafta geçmeden, Cumhuriyet – Yeniçağ gibi gazeteler “Trump’ın A takımı şekilleniyor / Türkiye karşıtları listede” manşetleri ile çıktılar ve “isimlerle birer birer örnekler vererek” Trump’ın listesinde yer alan ve “önemli / stratejik görevlere atananları (Seçim kampanyasının iki direktöründen Susan Summerall Wiles Beyaz Saray Genel Sekreteri, Cumhuriyetçi Kongre üyesi Elise Stefanik Birleşmiş Milletler Büyükelçisi, Stephen Miller Beyaz Saray Özel Kalem Müdür Yardımcılığı’na ve Michael Waltz Ulusal Güvenlik Danışmanlığı’na getirildi. Senatör Marco Rubio’nun ise Dışişleri Bakanlığı’na getirilmesi bekleniyor) kamuoyumuza tanıttılar. Bu tablo, size göre, “dostluğun gerekleri” konusunda umut verebilir mi?
K – Amerika ile “artık” dost değiliz. Bu gerçeği kabul edelim. Önceki Trump döneminde kendi “tarzıyla” yaşanan “kaba ve seviyesiz” çatışmalar, son Biden döneminde “daha nazik ve seviyeli” olmasına karşın Türkiye açısından ABD ile ilişkileri daha da kötü hale getirecek şekilde gelişti. Şimdi Trump yerine Kamala da olsa, tarzda farklılık olmasına karşın, Türkiye’nin çıkarlarının daha da zedelenceği, eriyeceği, daha da fazla ödün verilecek bir döneme girilecekti. Trump’un Ukrayna’daki savaşa daha fazla destek vermeyecek ve dünyayı önceki Biden yönetimine göre “daha düşük ihtimalle dünya savaşına” sokacak politikaları izlemesi Türkiye için olumlu. Kuzey Suriye’den asker çekmeyi dillendirmesi Türkiye için olumlu. Yunanistan’a, Ege ve Doğu Akdeniz’de önceki yönetimin “zaten kötü olup daha da kötüye gitmesi beklenen” bir gidişatı vardı. Trump da bu gidişatı devam ettirecektir. ABD’nin bölgede Kürt devleti kurma isteği ile İsrail ve İran konularındaki yaklaşımında ne kadar büyük bir farklılık olabilir? Biden döneminde PYD/YPG seçime gitme teşebbüsünde bulunmadı mı? ABD İsrail’i körü körüne desteklemiyor mu? Pek çok saldırısında istihbarat olarak ve doğrudan yardımda bulunmadı mı? Biden yönetiminde Türkiye’ye dönük ne iyileşti de, şimdi kötüleşecek? Eğer Türkiye’nin tekrar F-16’ları almasından bahsediyorsanız, zaten Rusya’dan S-400 savunma sistemi alınmasaydı şimdi F-16’ları değil F-35’leri konuşuyor olacaktık. Bu da ABD’nin bu iktidarla ilişkide uyguladığı yöntemi “Ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye” özdeyişindeki duruma benzetiyor.
GÖZLEM – MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “terörist başı, bebek katili Öcalan’ının ‘umut’ affını da gündeme getirerek, ‘TBMM’de konuşmaya davet etme’ açılımını” gerekçe gösterip, Salihli Belediye Başkanı Mazlum Nurlu, “binlerce Salihlilinin dilekçeleri üzerine” Manisa Büyükşehir Belediye Meclisi’ne, “Salihli’deki ‘Devlet Bahçeli’ meydanını adının ‘Atatürk Meydanı’ olarak değiştirilmesi” önergesi verdi. Önergenin gündeme alınması ve kabul edilmesi üzerine, “AKP’li ve MHP’li üyeler toplantıyı terk etti. Ülkü Ocakları’nın protestosu ve MHP Manisa İl Başkanı Cüneyt Tosuner “Bırakın Devlet Bahçeli ismini D harfine dokunulması halinde olacak olanlardan biz mesul değiliz” sözleri, gerilimi arttırdı. Ne diyorsunuz?
K – Hiçbir şey olmaz. Söylediklerini “yemek” zorunda kalırlar. Çünkü Bahçeli’nin attığı “yeni açılım” süreci, MHP içinde büyük kırılmalara yol açacaktır. Bunun her yeni safhası, MHP ve milliyetçi tabanda daha da fazla sorgulanmaya yol açacaktır. Dolayısıyla CHP’nin haklı olarak Bahçeli’nin sorgulanmasını gerektirecek muhalif adımları ve Bahçeli’nin Öcalan’a af istemesini gündemde tutması gerekir.
GÖZLEM – Güney Doğu illerinde, “kayyım atamaları” ile “yeniden ‘seçilmişler yerine atananların iktidarının başlatılması” adımlarının arttırdığı gerilimin yanında, “yasal – yasal olmayan göçmen istilasının getirdiği, ‘ev – işyeri kiralarının, konut fiyatlarının artması, onlarla “doğrudan” ilgili saldırı, çatışma, hırsızlık gibi sorunların’ ortaya çıkması” ile çözümü giderek zorlanan bir güvenlik problemi” de günlük yaşama eklendi. Ne yapılacak, nasıl yapılacak?
K – Her seferinde defalarca ve farklı şekillerde ifade ettiğimiz gibi, bugünkü iktidarın amacı “ülkeyi düzeltmek” değil, “bozarak karşıtlık yaratıp, bunu kendi iktidarını sürdürebilmek için kullanmak”. Amaç bu olduğunda, sizin “Ne, nasıl yapılacak?” sorunuza “Bugün yapılanlar daha hızlanarak ve yayılacak şekilde yapılmaya devam edilecek” yanıtını vermekten başka bir yol kalmıyor.
GÖZLEM – Giresun’da özel bir hastanede görev yapan CHP Giresun İl Başkanı Opr. Dr. Gökhan Şenyürek’e, “sünnet ettiği çocuğun ağlaması üzerine” babası tarafından sözlü ve fiziksel saldırıda bulunuldu. Şikayet üzerine yakalanan saldırgan çıkarıldığı Giresun Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği’nce adli kontrol şartı ile serbest bırakıldı. “Kadınlara ve sağlık görevlilerine karşı yapılan saldırılar başta” saldırılardan sonra, hatta “1 yaşındaki üvey oğluna taciz” iddiası ile tutuklanan şüphelinin bile “adli kontrol şartı” ile “serbest bırakılmaları”, adeta “işlenen suçların teşviki” anlamına gelmiyor mu?
K – Kesinlikle. Ne yapılması gerektiği belli. Ortalığın karışmasını istemeyen, ülkenin huzurlu olmasını amaçlayan bir iktidar döneminde yapılması gereken öncelikle ceza sisteminin yeniden gözden geçirilip “adli kontrol şartı ile serbest bırakma”, “iyi hal nedeniyle ceza indiriminde bulunma” gibi toplum vicdanında büyük tepki çeken düzenlemelerin kolayca kullanılabilmelerinin önüne geçilmesi gerekiyor. Hakaret, saldırı, tehdit gibi faaliyetlerin çok daha ağır ve kapsamlı biçimde cezalandırılmasını sağlayacak önleyici düzenlemelerin oluşturulması lazım. Bununla beraber “düzeltilen” sistemin başlangıcında ceza alacak kişilerin konulabilmesi için, istenildiği kadar sorunu çözmeyeceği söylensin, daha fazla cezaevi yapılması şart. Bununla aynı paralellikte de yargı sistemindeki kararların çok ciddi biçimde denetlenmesi ve yaptırımlara tabi tutulması lazım.
GÖZLEM – Dünya Bankası ve OECD verilerine göre, Türkiye, “vergi tahsilatı performansında” Avrupa’nın en kötü karnesine sahip. Yapılan araştırmalarda Türkiye’nin vergi tahsilat oranının potansiyelinin yüzde 30 altında olduğu tahmin ediliyor. Bunun en temel sebepleri arasında vergi bilinci eksikliği, vergi aflarının sıklığı ve kayıt dışı ekonominin genişliği yer alıyor. OECD’ye göre Türkiye’de “ekonominin yaklaşık %30’unu kayıt dışı sektör oluşturuyor” ve bu oran, Türkiye’yi OECD ülkeleri arasında “vergi kaçakçılığı konusunda” zirveye taşıyor. Ne yapılmalı, nasıl yapılmalı?
K – Kayıtdışılığın üzerine gidilerek vergi gelirlerinin arttırılması için en önemli konu denetimlerin daha sık ve daha çok yapılması. Bunun için vergi denetim elemanı sayısının arttırılması gerekli. OECD’nin ifade ettiği “Yüzde 30’luk kayıt dışı sektör” oranı gerçeğin çok uzaklarındadır. Dünya Bankası rakamlarına göre Türkiye’de toplanan vergi gelirlerinin milli gelire oranı yüzde 15’ler civarında kalırken, gelişmiş ülkelerde bu oran yüzde 25’lere ulaşmakta, hatta Norveç, İsveç gibi Kuzey ülkelerinde yüzde 30’ları geçmektedir. Dünya Bankası’na göre Türkiye’nin 2022 toplam vergi geliri 146 milyar dolardır. Bunun iki katına çıkması durumunda, Türkiye’nin sosyal olarak bana sorduğunuz yoksulluk, cahillik dahil pek çok sorunu hızla düzelme yoluna girecektir. Bunu yapacak da kayıtdışından, gelir dağılımındaki eşitsizlikten yararlanan, yolsuzlukların tavan yaptığı bir ülkenin iktidarı olamaz. Bunu yapacak sol eğilimli, devletçi, eşitlikçi ekonomi politikası olan bir iktidar olabilir. Bu yüzden de CHP’nin çok hızlı bir şekilde “kayıtdışılığı, vergiyi, denetimi” ön plana alan “makul, kabul edilebilir ve uygulanabilir” bir ekonomik politikasını ortaya koyması ve halka anlatması gerekmektedir.
+++++++