Geride kalan dört yılda ülkemden neredeyse gitmeyenin kalmadığı Karabağ’a ben ancak geride bıraktığımız günlerde gidebildim.
Türkiye’de, Karabağ hakkında çeşitli gazete ve yayın organlarında sayısız makale yazmış, televizyon ve radyo kanallarında defaatle Karabağ’ın haklı davasını savunmuş biri olduğum halde bir türlü gidemediğim Karabağ’a COP29 toplantıları münasebetiyle gittiğim Bakü’de görevimizi tamamladıktan sonra Şeyh-ül-İslam Allahşükür Paşazade’nin tertiplediği bir oluşumla ulaştım.
Karabağ ziyareti öncesi Azerbaycan’ın yaşayan değerlerinden Hamlet İsahanlı’nın “Karabağ Düğünü” kitabını okumuştum.
Fuzuli Havalimanı’na indiğimde elimde “Karabağ Düğünü” kitabı vardı.
Kitabın yazarı Hamlet İsahanlı diyor ki; “Her Azerbaycanlının bir Karabağ sevgisi ve bir Karabağ ağrısı vardır. Karabağ’ın Azerbaycan medeniyetinde ve Azerbaycan tarihinde hususi bir yeri vardır.”
Bu haklı değerlendirmeyi Karabağ ziyaretimde hissettim, gördüm, yaşadım.
Tarih boyunca bir kültür başkenti olmuş olan Şuşa için Karabağ’ın atan kalbi denilmesi yetiştirdiği müstesna evlatlarından ve bir kültür merkezi olmasından kaynaklanmaktadır.
Fuzuli’yi, Ağdam’ı, Hankendi’yi ve Şuşa’yı ziyaret ederken bölgenin büyük evladı Ahmet Ağoğlu’nun Türk Dünyası’ndaki yüksek hizmetlerini hatırladım.
Şuşa’da bestekar Üzeyir Hacıbeyov’un ölümsüz notaları kulağımda çınlarken, Reşit Behbudov’un müstesna sanatını hissettim.
Uğradığı yüksek mezalimden dolayı Ağdam şehrine Kafkas’ın Hiroşima’sı adını vermelerinin acısını ve uğranılan büyük haksızlıkları hissederken, gördüğüm inşaat çalışmalarıyla yakın bir gelecekte Ağdam’ın modern şehirciliğin estetik merkezi olacağını sezerek acılarımı teselli ettim.
Gene Ağdam’ın Karabağ Üniversitesi’nin oluşumuyla bir üniversite, bir eğitim şehri olacağını da öğrenmiş olmanın huzurunu yaşadım.
Öte yandan bilmek gerekir ki; halı dokumada da bu bölge kendine mahsus renk ve nakışlarıyla dikkat çeken bir coğrafya oluşturmaktadır.
Hâr-ı Bülbül (gül bülbülü) diye isimlendirilen bu topraklara özgü bir çiçek olarak, Gül üstüne konmuş bir bülbülü canlandıran bu çiçek Karabağ’ı temsil eden bir simgedir.
Gene Karabağ atları da bu bölgeye ait bir at cinsi olarak Karabağ’a ayrı bir nam kazandırmış bulunmaktadır.
Elbette yakın bir gelecekte modern ve estetik bir şehircilik örneği oluşturacak olan Karabağ’ın dünden bugüne intikalinde her Azerbaycanlının kendine göre bir hizmeti vardır.
Bu unutulmaz ve inkâr edilemez. Yalnız unutmamak gerekir ki Haydar Aliyev Fondu’nun (Vakfı’nın) hizmetleri de pek büyüktür.
Karabağ’ın Ermeni elinde olduğu yıllarda Haydar Aliyev Fondu gerek Azerbaycan’da gerekse de yurt dışında konuyu unutturmayacak sayısız faaliyete imza atmıştı.
Değişik dillerde yayınlanan kitaplar, tertiplenen konferanslar, uluslararası etkinlikler, güzel sanat sergileri, tertiplenen müzikal gösteriler, medeniyet ve dini hoşgörüyle bezenmiş toplantılarla Haydar Aliyev Fondu Karabağ konusunu işgalli yıllarda canlı tutmuştu.
Bunun da hakkını teslim etmek gerek!
Şuşa olmadan Karabağ, Karabağ olmadan Azerbaycan olmaz diyen Haydar Aliyev’in sözlerine sahip çıkan Azerbaycanlı kardeşlerimiz inanıyorum ki yakın bir gelecekte Karabağ topraklarında yeni bir medeniyet, yeni bir kültür coğrafyası oluşturacaklardır.