Kabaca 23.9 trilyon doları bulan küresel ihracat envanterinin niteliğine dair bilindik yorumlarda, en sık dile getirilen analiz başlıklarından birisi de birim değer endeksleridir. Bu kapsamda, çoğumuz, sektörel bazlı kilogram başına ihracat değeri rakam paylaşımlarına rast gelmişizdir. Vurgulanan, amiyane deyimle, yükte değil pahada ağır bir ihracat konfigürasyonuna sahip olunmasıdır. Milyon dolarlık 3D makine laser chip’i ya da 500 bin dolarlık mücevher dış satımı yanında tekstilde örneğin makine halısının kilogram başına 3.5 dolarlık değerleri küçümsenerek dile getirilir! Ama bir zamanlar, dünyanın tüm endüstrisi tekstil üzerine inşa edilmekte idi!(*)
1862’de tüm dünya nüfusunun altmış beşte birine rast gelen toplamda 20 milyon insan, pamuk yetiştirme ve pamuklu kumaş üretiminde yani tekstil endüstrisinde emeğini harcıyordu. Örneğin İngiltere, bu konuda en başat ülke idi ve tüm yeryüzündeki mekanik iğlerin üçte ikisine sahipti. Kabaca ülke nüfusunun dörtte biri bu sektör için çalışıyordu! Doğal olarak da tüm İngiliz sermayesinin onda biri bu sektöre yatırılmış durumda idi. O dönemde, İngiltere’nin tüm ihracat kalemlerinin yarısını da pamuk ipliği ile kumaş oluşturuyordu.
O yılların Amerika’sı, kıta yerlilerinin uçsuz bucaksız topraklarının beyazlarca zorla istila edilen geniş arazilere sahip olup, ücretsiz tarım işçisi köleler ile pamuk tarımından büyük servetler kazanırken, ülkeleri de kırılgan bir refaha ulaşmış, dünya ekonomisinin de merkezinde sahne almaya başlamıştı. Pamuk ihracatı, dönemin Amerika’sında tüm ihracatın %60’ına denk geliyordu. Ama Amerika’dan pamuk ithalatına bağımlı olmasına rağmen, tekstil sanayinin en önemli aktörü İngiltere idi. 1850’lerde İngiltere’de işlenen 360 milyon ton pamuğun %70’i Amerika menşeili idi. Aynı şekilde, Fransa için bu oran %90, Almanya için %60, Rusya için %92 idi. Amerika’ya bu ayrıcalığı sağlayan işgücü(köleler), toprak(istila edilen) ve sermaye( bu ikisinin getirdiği muazzam servet) elbette sonsuza dek devam edemedi. Köle işgücüne bağlı dönemin küresel kapitalizmi, 1861 yılında Amerikan iç savaşı başlayınca, tepetaklak oldu. Zamanın dört milyon kölesinin sırtından oluşturulan refah için hesap zamanı gelmişti. Columbia Üniversitesinin politik bilimci akademisyenlerinden Francis Lieber’in yazdığı gibi, “Ne pamuk ne de kölelik bu savaştan girdikleri gibi çıkamadılar”.
İronik bir şekilde, Amerika’da süregelen kölelik, kendi ürettiği refahın altını oyan en büyük güç oldu. Güney eyaletlerinin köle sömürüsüne bağlı düzeni ile Kuzey eyaletlerinin serbest işçilik ve demokrasi tabanlı politik ekonomisi nihayetinde Amerikan iç savaşını başlattı. Gerçi iç savaş öncesi, birçok yayın organında, kölelerin ayaklanması ya da sivil itaatsizlik tehlikesi dile getiriliyor, Elisee Reclus gibi bilim insanları, sanayi zenginliği ile köleliğin ilişkisini kaleme alıyor, Karl Marx gibi teorisyenler daha 1853’lerde ”burjuvazi” ile kölelik dahil ”barbarlığın” bağını ortaya çıkaran tezlerini açıklıyordu. Yine de bu müelliflerce açıkça görülen durum tespitine gözlerini sımsıkı kapatan politikacılar eksik değildi: Örneğin dönemin Güney Carolina senatörü ve büyük pamuk plantasyonları sahibi James Henry Hammond, köleliğin yok olması durumunda ”İngiltere, beraberinde tüm medeni ülkeleri de yanına alarak yıkılır. Dolayısı ile hiçbir güç, köleliği kaldırıp, pamuğun kral olduğu düzene karşı gelemez” diyordu! Hammond’un bu yorumunun mürekkebi kurumadan, bir başka gazetede, kölelik düzeninin sosyal kargaşa ve ekonomik çöküş getireceğini söyleyip ‘ Güney’in refahı, üç dört milyon insanı köle halinde tutmanın devasa suçunun bir sonucudur, hesap verme gününde bu suç, akıllardan çıkmayacaktır’ diyen John Marshman gibi (Friend of India editörü) insanlar vardı.
Köleliğin işgücü sömürüsüne bağlı pamuk üretimi ve dolayısı ile endüstrisi, zamanı gelince, gerek Amerikan iç savaşı gerekse 19 yüzyılın ilk çeyreğinde İngiltere’de köleliği yasaklayan yasaların çıkmasının etkisi ile büyük bir sarsıntı geçirdi, akabinde de devam eden on yıllar içinde sömürgecilik sonrası ve hatta kapitalizm sonrası yirminci yüzyıl yeni küresel ekonomisini yaratıldı. Artık Avrupa ve Amerika’da büyük hacimli sınırsız sermaye, yüzbinlerce fabrikanın kasvetli koridorlarında da milyonlarca depresif işçi olacaktı!
Günümüzde Türkiye, tekstil endüstrisi için dünyanın önde gelen ülkelerinden birisi. İngiltere ve Amerika nasıl tekstil endüstrisinden yüksek standartlı teknoloji ve hizmet ihracat dönüşümüne geçtiyse, ülkemizin de bunu gerçekleştirmesi zorunlu. Makalenin başına dönersek, başta Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) olmak üzere birçok kurumun verileri, ülkemizde 2010’larda 1.02 dolar/kg olan ihracat değerinin şimdilerde 1.2 dolarlarda olduğunu gösteriyor. Bu rakamlar Çin’de 2.34, Almanya’da 3.78’lerde. Elbette, ARGE, teknoloji, tasarım, fonksiyonellik, estetik, kişiye özel üretim vs ile bu rakamlar arttırılabilir. Bunun için de demokrasi ve evrensel hukuk kuralları zemininde, yapısal reformlar yaparak, ülkenin eğitimden endüstriye kadar tüm sektörünün ve insan kapasitesinin dönüşümünü sağlamamız gerekiyor.
(*)Sven Beckert,Say Yayınları.Pamuk İmparatorluğu.