30 Ağustos’ta Kara Harp Okulundan mezun olan teğmenlerimizin laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma ve kollama kararlılıklarını, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyerek Ulu Önderimiz Atatürk’ün çizdiği yolda yürüyeceklerini topluca ifade etmelerinin üzerinden neredeyse üç ay geçti. Konu gündemde tutulmaya devam ediliyor, neticeye bağlanmadı, tartışması hala bitirilemedi.
Kara Kuvvetleri Komutanlığı Yüksek Disiplin Kurulu’nun 25 Kasım’da toplanacağı söylenmişti. Bu toplantı gerçekleşmedi, ileri bir tarihe ertelendi. Bunun gerekçesinin “teğmenlerin savunmalarını vermemesi” olduğu söylendi. Teğmenlerin avukatlarının “soruşturma dosyasının kendilerine verilmemesi” nedeniyle savunma veremediklerini beyan ettikleri basına yansıdı. Bu durum tartışmanın uzatılmasına fırsat verdi.
Teğmenlerimizin lehinde ya da aleyhinde görüş beyan eden herkesin mutabık kaldığı tek konu; Türk Silahlı Kuvvetlerimizin siyasetin dışında tutulması. Buna rağmen; Cumhuriyetimizin temel değerlerine, vatanımıza, milletimize ve Atatürk’e bağlılıklarını samimiyetle ve cesaretle topluca ifade eden teğmenlerimiz siyasetin gündemine oturtuldu.
Teğmenlerin topluca okudukları subay andında geçen “Laik Türkiye Cumhuriyeti” ifadesinden rahatsızlık duyan çevreler bunu “din düşmanlığı” olarak gösterdiler. Bu çevreleri arkasına alan siyasetçiler teğmenleri darbeci, cuntacı, vesayetçi olmakla itham ettiler. Kılıçların millete çekildiğini iddia edenler, teğmenleri FETÖ ile irtibatlandırmaya çalışanlar oldu. Bazıları daha da ileri giderek Atatürk ilke ve devrimlerini savunanları “Atatürk istismarcısı” ilan etti. Bence bu söylem ve iddialar; ülkemizi dönüştürmeye çalışan siyasal dinci, şeriatçı ve hilafetçi zihniyetin asıl sorununun teğmenlerin disiplinsizliği değil, hedefleri önündeki engelleri temizleme gayreti olduğunu ortaya koydu.
Teğmenlerimiz; Millî Savunma Bakanlığı’nın bütçesinin görüşüldüğü komisyon toplantısının da en önemli gündemi oldu. Cumhuriyet Halk Partili komisyon üyeleri; Milli Savunma Bakanı’nı “Trikopis’in askeri değil, Mustafa Kemal’in askerleriyiz” yazılı pankartlarla karşıladılar. 2023’e kadar suç olmayan bu subay andının bu yıl neden suç olduğu soruldu. Atatürk, laiklik ve Cumhuriyetimiz aleyhinde söylemleriyle tanınan, Türk Millî Mücadelesini hedef alarak “keşke Yunan galip gelseydi” diyen Kadir Mısıroğlu’na gösterilen saygı ve toleransa atıf yapılarak “biz Fesli Kadir’in değil, Atatürk’ün askeriyiz” dendi. Milli Savunma Bakanı’na “Mustafa Kemal’in askeriyim diyebiliyor musunuz?” sorusu soruldu. Sorulan hiçbir soruya cevap alınamadığı dikkat çekti.
CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba; “Mustafa Kemal’in askeri olmak suç değil, onurdur. Bu garabeti Türkiye kaldıramaz. Aynı FETÖ taktikleri. Ergenekon’da, Balyoz’da yurtsever ve Atatürkçü subaylar cezaevine atılarak, nasıl mahkeme yoluyla tasfiye edildiyse aynı şey teğmenlere yapılmaya çalışılıyor. Sadece 5 teğmen değil, Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki bütün Atatürkçülere sopa gösteriliyor” diye konuştu.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan; partisinin haftalık grup toplantısında teğmenler konusunu yeniden gündeme getirdi. CHP’nin orduya siyaset bulaştırmaya çalıştığını söyledi. Geçmişteki darbe ve muhtıralara değinerek “Komutanların talimatına rağmen disiplinsizlik yapanların yarın neler yapabileceğini kim bilebilir? Türkiye pek çok darbe ve cunta girişimini yaşadı. Post modern muhtıra ayıbına maruz kaldı. Kılıç şakırtıları arasında disiplinsizlik yapanları kahramanlaştırmak neyin nesidir?” “Millete hakaret eden kim varsa en büyük destekçisi CHP’dir” “Bu ordu bir partinin veya zümrenin ordusu değil, milletin ordusudur” diyerek tepkisini dile getirdi. Bu söylemler bende; “teğmenlerin bu davranışlarıyla millete hakaret ettiği, bir parti veya zümrenin güdümünde olduğu” algısı yaratılmaya çalışıldığı kanaati oluşturdu.
Bu tabloya bakıldığında Silahlı Kuvvetlerimizin siyasetin dışında tutulması gerektiğini söyleyenlerin samimi olduklarına inanmak mümkün değildir. Ayrıca şunu çok merak ediyorum. Teğmenlerimiz diploma töreninden sonra aynı şekilde bir araya gelerek kılıç çatmak yerine rabia işareti yapsalardı ve İktidar partisinin ya da ittifak ortaklarının kullandığı sloganları tekrarlasalardı yine disiplinsizlikle itham edilirler, aynı muameleye maruz bırakılırlar mıydı? Bu günlerde teğmenleri disiplinsizlikle, darbeci, cuntacı, vesayetçi olmakla suçlayanların, bir partinin veya zümrenin güdümünde göstermeye çalışanların bu soruya samimiyetle cevap veremeyecekleri kanaatindeyim. Ancak gelecek yıllarda karşımıza böyle bir tablo çıkarsa şaşırmamak gerektiğini düşünüyorum.
Dikkat edilirse Türk Silahlı Kuvvetlerinin sivil otoritenin emrinde olması gerektiği yıllardır tekrarlanmaktadır. Gerçekten de böyle olmalıdır. Ama bu ordumuzun sevk ve idaresine müdahale anlamına gelmemeli, sivil otoritenin sınırları da hassasiyetle çizilmelidir. Oysa günümüzde kuvvet komutanlıkları MSB’ye bağlanarak, Genelkurmay Başkanlığı etkisizleştirilerek, Harp Okulları sivil rektör ve dekanların emrine verilerek derin bir kadrolaşmanın ve siyasallaşmanın önü açılmıştır. Bu durum Silahlı Kuvvetlerimizin siyasetin içine çekildiğinin en açık göstergesidir. Bu aşamaya gelinceye kadar Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk… gibi kumpas davalarıyla komuta kademeleri tasfiye edilmiş, milli mukavemetimizin temel direği olan Seferberlik Tetkik Kurulu “derin devlet, Gladyo, kontur-gerilla” gibi söylemlerle itham edilerek aşağılanmış, sonuçta Arınç’a suikast bahanesiyle lağvedilmiş, askeri liseler ile Gülhane Askeri Tıp Akademisi gibi çok önemli eğitim kurumları ve askeri hastaneler kapatılmıştır. Bütün bunlar Silahlı Kuvvetlerimizin ihtiyacına göre değil sivil siyasetin maksat ve hedeflerine göre planlanıp uygulamaya konulmuştur. Bu durumda ordumuzun siyasetin dışında tutulması gerektiği söylemlerini samimi bulmak mümkün değildir. Hala ısrar edilirse “hangi siyaset?” sorusunu sormak gerekecektir.
Siyasetçilerin ve birtakım yandaşların; ülkemizi dönüştürmek isteyen iç ve dış odakların yönlendirmesiyle, Silahlı Kuvvetlerimizin temel taşı olan gencecik teğmenlerimizi milletimizin gözü önünde bu derece hırpalamalarını kabullenmek mümkün değildir. Üstelik son zamanlarda teğmenlerimizi destekleyen açıklamalar yapanlar da hedef alınmaya başlanmıştır. Topçu ve Füze Okulunda Tabur Komutanı olan bir binbaşımız; teğmenleri destekleyen paylaşımlar yaptığı için görevinden alınmıştır. Yine teğmenlerin suçsuz olduğunu savunan bir savcımızın HSYK tarafından açığa alındığı basına yansımıştır.
Bazı haberci ve yorumcular askerler arasında “teğmenler üzerinden bütün Türk Silahlı Kuvvetlerine sopa gösterildiği” tartışmaları yaşandığını ifade etmektedirler. Bence sopa sadece Silahlı Kuvvetlerimizin personeline değil, başta Laiklik olmak üzere Cumhuriyetimizin temel değerlerini, Atatürk İlke ve Devrimlerini savunan herkese gösterilmektedir. Son zamanlarda basına yansıyan bazı tutuklama ve yargılamalar da bunu kanıtlamaktadır.
Ordusu, yargısı, eğitimi ve dini inancı siyasi ideolojilere göre şekillendirilmeye çalışılan ülkelerin hiçbirisi iç huzurunu ve güvenliğini tesis edememiştir. Dört bir taraftan kuşatılmış olan ülkemizde bu gerçeğin akıllardan çıkarılmaması, bunun için de Ulu Önderimiz Atatürk’ü anlamak için büyük gayret sarf edilmesi gerekmektedir.