Büyüme-enflasyon ilişkisi

Hafta içinde önce büyüme, daha sonra enflasyon rakamları açıklandı. Pandemi sonrası kaydedilen en düşük büyümeyi (%2.1) yaşadık. Tüketim harcamaları artış oranları düştü, talep azalıyor. Dezenflasyon süreci büyümede etkisini gösteriyor. Tarım, inşaat genel hizmetler büyürken sanayi sektörü %2.2 oranında küçüldü. Hane halkı tüketimi artarken yatırımlar ile kamu tüketimi geriledi. İşgücü ödemelerinin GSYH içindeki payı gerilerken sermaye sahiplerine giden pay arttı.

Türkiye ekonomisi son iki çeyreklik dönemde küçülerek teknik anlamda resesyona girdi. Ekonominin son yıllarda büyüme potansiyeli düşüyor. Mal ve hizmet ithalatı da üçüncü çeyrekte yıllık bazda % 9.6 azalarak ticaret açığını dolayısıyla cari açığın iyileşmesine katkı sağladı. Ancak küçülürken değil potansiyel oranda büyürken dış açıkların azalması önemli. Trump sonrası küresel ticarete ilişkin riskler büyümeyi aşağı yönlü etkileyecek. OECD Türkiye’nin 2024 yılı büyüme öngörüsünü %3.5’e, ortalama enflasyon tahminini ise %58.3’e yükseltti. Aynı zamanda uygulanan makroekonomik istikrar politikasının rotasından çıkarılmaması uyarısında bulundu. Temel risk uygulanan istikrar politikalarının gevşetilmesi. Büyüme konusunda son olarak geriye dönük sürekli revizyon yapılması, revizyon sayılarının gittikçe artması güvenilirliği azaltıyor.

Kasım ayı enflasyonu TÜFE %2.24 oranında açıklandı. Yıllık enflasyon bir önceki aya kıyasla 1.49 puan azalarak %47.09 düzeyinde gerçekleşti. Yİ-ÜFE ise 0.66 puan artarak yıllık artış oranı %29.47 oldu. Mevsimsellikten arındırılmış enflasyonun %2.93’e yükselmesi (ana eğiliminin düşme yönünde değil yatay yönde olması) kanaatimizce faiz indiriminin gelecek yıla kalacağına işaret ediyor. TÜİK’in enflasyon hesaplamasında kamuoyunu tatmin edecek şeffaflıkta hareket etmesi gerekiyor. Çekirdek enflasyonun (%1.5) son 3 yılın en düşüğünde olması olumlu. Enflasyonu sadece para politikası ile kontrolde zorlanıyoruz. Bunun yanında kamu harcamalarını yavaşlatmalı, program tüm katmanlarca (kamu, özel sektör, hane halkı) sahiplenilmeli. Kurumların itibar açıklarını kaldıracak düzenlemeler yapılarak kurallı ve kurumsal politikalara ağırlık verilmeli.

Merkez Bankası’nın enflasyon hedeflerini sürekli güncellemesi (aynen TÜİK’te olduğu gibi) ve revize etmesi enflasyonla mücadelede sınırlı başarı elde etmesine neden oluyor. Sadece yüksek faiz, istikrarlı kur, düşük emek gelirleri politikası ile tek haneli enflasyona gidiş pek mümkün görünmemekte. Enflasyonla mücadelede hedefler gerçekçi olmalı, önümüzdeki yıl ile bir sonraki yılda enflasyonun her yıl yarı yarıya indirilmesi tahmininin çok gerçekçi olmadığını düşünüyoruz. Para politikasının yanında maliye, üretim, özellikle bir türlü düşürülemeyen gıda fiyatları nedeniyle tarım politikasının daha radikal önlemlerle ele alınarak bütüncül bir istikrar politikası izlenmeli. Bir diğer husus ise yüksek enflasyon döneminde özel sektör karlarının tarihsel ortalamalarının oldukça arttığı enflasyon raporlarında bile vurgulanmakta. Son çeyrek yüzyılda yurtiçi ortalama enflasyon %22.9 oranında artarken en yüksek katkı birim kardan gelmiştir. İş gücü maliyetinin katkısı 6.3 olurken birim karlarının katkısı 14.1 puan olmuştur.(Osman Berke Duvan.LinkedIn)

Beklenti üzeri gelen enflasyon rakamları TCMB’nin yakın bir zamanda faiz indirimine gitmesini zorlaştırmakta. Erken faiz indiriminin sakıncalarının yüksek maliyetlerle yaşadığımız sürecin üzerinden çok zaman geçmedi. Büyüme kaygıları anlayışla karşılanıyor. Ancak hane halkı beklentisi hala yüksek. Reel sektörün beklentisi piyasa katılımcılarının neredeyse iki katı. Beklentiler ve fiyatlamalar rasyonelleştirilmeden faiz indiriminde acele edilmemeli.

Enflasyonla büyüme arasında uzun dönemde anlamlı bir ilişki var. Bu ilişki ters yönde. Yüksek enflasyon süreçlerinde belirsizlik artacağından ve buradan hareketle yatırım kanallarını olumsuz etkileyeceğinden diğer makroekonomik göstergelerde olduğu gibi büyüme üzerinde de olumsuz etki yapmaktadır. Fiyat istikrarının kalıcı olarak tesis etmeden hiçbir ekonomik başarı kalıcı olarak sürdürülemez.