Sığınmacı politikası çıkmaz sokağa dönüştü

Ortadoğu’da gerginlikler ve çatışmalar arttıkça ülkemize yeni sığınmacıların akın edeceği konuşuluyor. Bu durum; demografik yapımıza, kültürümüze, huzur ve güvenliğimize olumsuz etkisi nedeniyle endişeye neden olmaktadır. Geçtiğimiz hafta Heyet Tahrir-el Şam (HTŞ) isimli radikal İslamcı örgütün Suriye’de başlattığı saldırılar, durumu fırsata çevirmek isteyen PKK/PYD’nin ülkenin kuzey-batısına doğru yayılma girişimleri, Suriye Milli Ordusu (SMO)’nun duruma müdahale etmesi ve Suriye’deki çatışmalardan çıkar sağlamaya çalışan müdahil ülkelerin yaklaşımları; Suriye’den ülkemize sığınmacı akınının artacağı endişesi yarattı.

Toplumdaki endişeyi fark edenler peş peşe açıklamalar yapmaya başladılar. Sığınmacı tehlikesine dikkat çekenler alınması gereken önlemleri sıralarken sorumlu makamlardan yeni açıklamalar geldi.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, yaptığı son açıklamada; ülkemizde 4 milyon 171 bin kayıtlı yabancı bulunduğunu, bunların 2 milyon 983 bininin Suriyeli olduğunu, her ay 11 bin 453 kişinin geri döndüğünü açıkladı. Ayrıca Ağustos ayı sonunda kayıp olduğu bildirilen 731 bin 146 sığınmacıdan 580 bininin bulunduğu, 150 bin 327’sine ise hala ulaşılamadığı bilgisi verdi.

Bu açıklamalar sığınmacı konusunu yakından takip edenleri tatmin etmemektedir. Resmî açıklamaların gerçeği yansıtmadığını -ki resmî açıklamalar bile tehlikenin büyüklüğünü göstermektedir- savunanlar; ülkemizdeki kayıtlı ve kayıtsız sığınmacı sayısının 10 milyonun üzerinde olduğunu, sığınmacıların doğum oranının ülkemizdekinin 3 katı olduğunu, ülkemizde doğanların vatandaş olduğunu, bunun da gelecekte nüfus yapımızı olumsuz etkileyeceğini ısrarla dile getiriyorlar. Gerçekten de 2011 yılından bu yana ülkemize kontrollü ya da kontrolsüz olarak yerleştirilen sığınmacılar, her yolu kullanarak halen gelmekte olanlar ve bunların doğum oranları tehlikenin boyutunu ortaya koymaktadır. Asıl yapılması gereken günlük tabloyu makul göstermeye çalışmak değil, gelecekte nelerle karşılaşabileceğimizi değerlendirmek olmalıdır.

Bölgede çalışmalar yapanlardan; ülkemizdeki toplam sığınmacı sayısının yanında Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa ve Kilis’teki sığınmacı nüfusun hızla arttığı ve yerli nüfusu geçmekte olduğu bilgileri gelmektedir. Ben son zamanlarda bu bilgileri yalanlayan ve bu illerimizdeki sığınmacı sayısını ortaya koyan bir resmî açıklamaya rastlamadım.

Bence bu durum bölgeyi şekillendirmeye, ülkemiz de dahil olmak üzere bölge ülkelerini dönüştürmeye kararlı oldukları görülen emperyalist devletlerin eseridir. Geçtiğimiz hafta basında; “Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’la anlaştığı, Erdoğan’ın 3 milyar euro karşılığında Suriyelilerin Türkiye’de kalmasını kabul ettiği” haberi çıkmış, bu konuda da resmi bir açıklama yapılmamıştır. Bu durum ülkemizde iktidarın da projeye destek verdiğini ortaya koymaktadır.

ABD ve ortaklarının yürüttüğü bu projenin hedefleri: Suriye’de nüfusun seyreltilmesi, ülkenin kuzeyinde, tıpkı Irak’ta olduğu gibi ABD güdümünde özerk bir yapı oluşturulması, bu özerk yapının; Hatay üzerinden Akdeniz’e irtibatının sağlanması, Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa ve Kilis gibi Güneydoğu illerimizde nüfusun Suriyeliler lehine değiştirilerek ülkemizde emperyalist projeye karşı oluşacak direncin kırılması, zamanla ülkemizin de bu emperyalist projeye göre şekillendirilmesidir. ABD ve ortakları bu projeyi gerçekleştirmek için Suriye’de ve hatta ülkemiz dahil bütün bölgede; tarikat ve cemaatlere, radikal İslamcı gruplara ve PKK/PYD’ye askeri ve ekonomik yönden çok büyük destek vermektedirler.

Mütevelli Heyeti Başkanlığını AKP kurucularından ve eski İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın yaptığı Ankara Sosyal Bilimler Vakfı’nın “Türkiye’de Kimlikler: Din, Ekonomi, Siyaset” başlıklı araştırma raporunda, göçler; bir taraftan masum gösterilmeye çalışılırken diğer taraftan ülkemizde her kesimden vatandaşlarımızın yüzde 83’ünün tüm göçmenlerin Türkiye’den gönderilmesi fikrini savunduğuna yer verilmektedir. Bu durum vatandaşlarımızın iktidarın sığınmacı politikasına bakışını ve bundan duyduğu rahatsızlığı ortaya koymaktadır.

Böyle bir ortamda ateşlenecek en küçük bir kıvılcım; ülkemizi, özellikle de Güneydoğu Anadolu illerimizi ateşe atabilecektir. Temmuz ayında sığınmacılar tarafından Kayseri’de başlatılan, daha sonra Gaziantep, Hatay ve Şanlıurfa’ya yayılan olaylar çok iyi değerlendirilmelidir. Ülkemizdeki sığınmacılar arasında Suriye’deki radikal İslamcı gruplarla ve PKK/PYD ile irtibatlı olanlar olabileceği de akıldan çıkarılmamalıdır.

Ülkemizdeki sığınmacı politikasının giderek içinden çıkılamaz hale geldiği görülmektedir. Bu durumda yapılması gereken sığınmacılar konusunda daha fazla ısrarcı olmamak, kontrolsüz göçü ve göçmen kaçakçılığını engellemek için gereken önlemleri almak, sınır güvenliğimizi bu yönde geliştirmek ve asıl önemlisi her vesileyle ifade ettiğimiz gibi; bölge ülkeleriyle ilişkileri geliştirerek bütün bölgenin huzur ve güvenliği için müşterek hareket etmek olmalıdır. Ben; içinden geçtiğimiz süreçte, emperyalist devletlerin projesine katkı sağlayacak uygulamaların ülkemiz yararına olmadığı kanaatindeyim.