İnsanların hayatlarında öyle anlar vardır ki, ne yazık ki anlatmaya bazen sözcükler yetersiz kalıyor. O havayı hissetmek, duymak, yaşamak lazım.
İstanbul’da 1500 kişinin oturduğu, yüzlerce kişinin yanlarda ayakta durarak dinlediği “Süleyman Demirel 100 Yaşında” panelindeyim.
Karşımdaki konuşmacı masasında oturanlar bir zamanlar Süleyman Demirel’in en yakınında bulunan milletvekilleri, bakanlar…Dr. Mehmet Haberal, Meclis Başkanı Hikmet Çetin, Devlet Bakanı Cavit Cağlar, değerli tarihçimiz Prof. Dr. İlber Ortaylı, Çevre Bakanı Hamdi Üçpınarlar ve bir devrin efsane Milli Eğitim Bakanı Ali Naili Erdem!..
Dikkatle Ali Naili Erdem’e bakıyorum. Görüntüsünde yaşamışlığın yorgunluğunu değil topluma çok şey katmış, çok şey öğretmiş olmanın verdiği o paha biçilmez olgunluğu ile dimdik. Karşımda yalnız şakaklarına düşen akla değil, alnının aklığı ile pervasız konuşan, her şeye yeniden başlamaya hazır coşkulu genç bir yürek var. Yıllara meydan okuyan, haksızlığa baş kaldıran bir bilge adam! Kişisel zarafetini konuştuğu Türkçeye aktarabilen ender bir dil ustası.
1961’de Adalet Parti Milletvekili ve bilahare Sanayi Bakanı, ilerleyen yıllarda Çalışma Bakanı, Milli Eğitim Bakanı… Duygulu bir şair. Kalemi güçlü bir yazar. Kalabalıklar önünde coşkulu hatip! Sevgi dolu bir kalp.
Ali Naili Erdem, ” Sevgili hemşerilerim!” diye başlıyor konuşmasına. “Benim şimdi sizlere yapacağım konuşma müthiş bir hafızanın, gönlü sevgiyle dolu bir Türkiye sevdalısının ve bir Atatürk aşığının kısaca öyküsüdür.” diyerek devam ediyor.
“Bir gönül sultanı. Bir matematiksel zekâ. Bir yurtsever. Bir Cumhuriyet sevdalısı. Bir Atatürkçü. Bir Müslüman Türk’tür Demirel. Size Onu anlatacağım…”
Bana “Sevgili Naili” derdi… Sevgili Naili. ” O 1924 tevellüt. Ben 1927 tevellüt. Abi kardeş gibiydik. O hepimizin Cumhurbaşkanı, Başbakanı olarak politika yaptı. Benimse gerçek dostumdur.
“Siyaset ve TBMM zengin olma yeri değildir. Siyaset milletini zengin etme yeridir. Millet zenginleşecek ki devlet zenginleşsin” sözlerinin her daim arkasındaydı.
Tam 60 yıl. Onun yürüdüğü yollarda yanında yürüdüm. Birlikte hapse düştük, birlikte yasaklandık. Ne küstük ne de davamızdan vazgeçtik. Kalkınmayla yattık, kalkınmayla kalktık.
Sorardım, “Neyi düşünüyorsunuz? “diye. “Çağdaş, özgür, bağımsız, sanayisi gelişmiş zengin bir Türkiye’yi” derdi. İş başına geldiğimizde Türkiye’nin ihraç edecek dört maddesi vardı. Bunların içinde bir tek sanayi maddesi yoktu. Bir tek. 1975’e geldiğimizde 132 ülkeye ihracat yapar duruma gelmiştik.
Onu 1960’lı yıllarda tanıdım. Genel Başkan seçimine gidiyoruz. Bir gün bana geldi, ” Naili Ağa, Genel Başkan olmak istiyorum. Bu millete hizmet etmek istiyorum. Halka hizmet, hakka hizmettir. Bana yardım et! ” ve Türkiye için çalışacağımıza yemin ediyoruz.
Bulvar Palastayız. Demirel Genel Başkandır. Sevgili Naili, Kalk birlikte Sadettin Bilgiç’in yanına gidiyoruz. Yüzümdeki ifadeyi görünce;
” Ben bir barış adamıyım Naili. Kavga seçimde bitti. Siyasette kavga hizmet için rekabettir. Küslük olmaz.”
Şimdi Türkiye’yi kalkındırma için yollardayız. Hangi devlet? Hangi vatan sevgisi?.. Yönetenler için yaşayan bir devlet değil; yönetilenler için var olan bir laik devlettir savunduğumuz devlet. Keyfiliğin, ben bilirimin geçerli olduğu devlet değil. Halkına mutluluğun, refahın kapılarını açan devlet… Bu devlet adil devlettir ve biz onun savunucusuyuz…
Anayasasız dolaşmazdı. Hiçbir başkanda görmediğim bir şekilde Anayasa’yı ceketinin göğüs cebinde taşırdı. Hemen hemen her önemli soruda Anayasa’ya bakarak cevap verirdi. Gerçek bir devlet adamıydı. İdeali; İlmin süzgeçlerinden geçen, namuslu, dürüst insanların yönettiği bir Türkiye’dir. Çöp tenekelerinden beslenen bir ahali değil, kalkınmanın verdiklerinden yararlanan bir Türkiye… “Benim insanım aç açık olmamalıdır.”
Benim insanım korkusuz yaşamalıdır. Türkiye korkusuz yaşayanların ülkesi olmalıdır. Laboratuvarı olmayan okulumuz olmamalıdır. Düşünen, araştıran, sorgulayan kuşaklar yetişmelidir. Gazinin ifade ettiği ‘Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür’ nesillerin yetişmesinden vazgeçilemez. Niye Ata’yı anlamıyorlar hala.”
Koruma ordusu olmayan, karikatürlerini çizenlere teşekkür eden bir hoşgörü adamıdır. “Benim insanım Harran’da hayvanlarla birlikte yalaktan su içerken ben buna seyirci kalamam. Bu topraklarda herkes insanca yaşayacak. Bu bizim amacımızdır.” sözlerinde samimidir. Ve GAP doğdu. ” Sevgili Naili, bir düşünsene. Bu GAP’ın suları Konya Ovası’na indiğinde yeni bir Çukurova, yeni bir zenginlik olacak!.. Bu vatandaşımın hakkidir. Benim vatandaşım da zengin olacaktır. Fakir milletten zengin devlet doğmaz. Önemli olan milleti zengin kılmaktır. Asırlardır gözyaşı ile sulanan Anadolu’mun toprağı bundan böyle kurulacak barajlarla sulanmalıdır. Fukaralığı yenmeye mecburuz. Bizleri kara sapandan kara çarıktan kurtaranların yolunda ilerlemeliyiz. Bu yol Atatürk yoludur. Bu yol medeniyetçilik yoludur. Küresel dünyada kendimizi milli hudutlarımız içinde mahkûm kılamayız. Çağın bütün gelişmelerini almalıyız. Üçüncü Selimlerin ve daha nicelerinin başlattığı batılılaşma hareketinden vazgeçemeyiz. Avrupa’yı görmezlikten gelemeyiz. Türkiyesiz bir Avrupa olamaz. İlimsiz ve irfansız bir Türkiye hiç olamaz. “Avrupa Birliği bizim için bir şans kapısıdır. Bu kapıdan içeriye mutlaka girmeliyiz.” sözlerinin sahibi olan Demirel bir medeniyet savaşçısıdır. “Işıklar içinde bir Türkiye bizim hayalimizdi.” derdi. Enerjiye sahip olmadıkça büyüyemeyiz. Bir anlamda ekonomi çağını yaşıyoruz. Üretim, üretim, daha çok üretim bizim aşkımızdır. Üretim bizim politikamızın esasıdır. Milletin karnı nasihatle doymaz. Ekonomi de tespih çekmekle büyümez. Sağlıklı bir ekonomide mutlu ve huzurlu vatandaşlarımızı görmek bizim politikamızın esasıdır.
Çarşıda hür, sokakta hür, parkta hür konuşan bir Türkiye olmalıyız. Demokrasi, bizim yaşam tarzımızdır. Bunu beğenmeyenler olabilir. Onların tercihidir. Bizim tercihimiz demokrasidir. Bugün 190’ı geçen devlet var. Hemen hepsi demokrasi içinde yaşamak istiyor. Biz bunun dışında kalamayız.”
İlk Bakanlar Kurulu toplantısında “Üretim.” demişti. Kalkınmanın gerçekleşmesinin buna bağlı olduğunu unutmamıştır. Demirel özgür düşüncenin mimarı olduğu kadar kalkınan Türkiye’nin eli öpülecek mimarıdır. “Bizi biz kalkındıracağız. Bizi yabancılar değil biz kalkındıracağız, diyen bir siyasi iktidar hedefimizdir.” diyordu. Okuyan, elinden kitap düşmeyen, Anayasayı cebinde taşıyan hukuka saygılı bir lider… Hukuksuz, bilgi birikimsiz bir demokrasi olmaz. Bu nedenle eğitimin seviyesini yükseltmeye, yargıyı bağımsız ve tarafsız kılmaya ant içtik. Adalet biterse her şey biter. Günahların haksızlıkların, tarafgirliklerin adamı olamayız. Herkese eşitlik penceresinden bakmalıyız. “Sizden, bana veya partimize hizmet edecek adam istemiyorum. Devlet için çalışacak memur istiyorum.” Yalnız Türkiye için çalışan bir bürokrasi… Ve ehliyeti ispatlanmış yetenekliler… Devlet hatır için kurulmaz, devletin çarkı eş dost için dönmez. Hepimiz, hep birlikte sıkılmış bir yumruk gibi uygarlığı yaşamımızın amacı kılacağız. Ne Kur ’ansız ne de Atatürksüz bir Türkiye isteyenlerle birebir olamayız. Biz uygarlığı, biz çağdaşlığı gerçekleştirmiş bir millet olacağız.
O çalışmayı ibadet kılan bir uygar beyin, bir özgür insandı. Ruhu şad, mekânı cennet olsun. Onu çok özlüyorum. Cumhuriyet’i özlüyorum. Demokrasiyi özlüyorum. Atatürk’ü özlüyorum”…
Sözlerini bitirirken gözyaşlarına hâkim olamayan o ulu Çınar, şimdi ağlıyordu…
Aynı özlemleri duyan katılımcılar Ali Naili Erdem’i ayakta alkışlarken ağlıyordu.
Kendi vatanında vatanına hasret kalmışlar gibiydik.