Gazetecilik ve kırmızı çizgi…

1955’den beri ‘gazeteci’yim ve 1958’den beri de ‘gazeteci yazar’ım…

İnönüler, Bayarlar, Menderesler, Demireller, Ecevitler, Özallar, Cevdet Sunaylar, Fahri Korutürkler, Kenan Evrenler, “ihtilaller, darbeler, askeri hükümetler, sıkıyönetimler, olağanüstü haller” dönemlerini yaşadım, “sorumlu yazı işleri müdürlükleri” yaptım, yazarlık yaptım…

Bugüne kadar, “1 günlük mahkumiyetim” bile yoktur…

Neden; zira “o günlerin hepsinde, ‘kırmızı çizgilerimiz’ belli olurdu” ve de “bilirdik” nerelerde duracağımızı…

Sıkıyönetim bildirileri, hükümet kararnameleri, çıkarılan kanunlar, devleti yönetenlerden gelen “resmî” açıklamalar önümüzü aydınlatır; “basın hürriyetinin sınırlarının nerelere kadar ulaşabileceğini” görürdük…

Elbette, “bu sınırları aşanlarımız” da olurdu, onlar da, mesela Ankara Cezaevindeki “Ankara Hilton koğuşunda” misafir edilirlerdi…

Bugün… “kırmızı çizgi nerede başlıyor, nerede bitiyor” bilmiyoruz…

Savcıların niyetine, hakimlerin vicdanına bağlanmış bir yolun yolcularıyız, gündüzlerimiz bulutlu, gecelerimiz mehtapsız!..

Mesela Ben… “Bir zamanlar “Uluç kardeşler için ‘Aslan Amca’ olan” Alpaslan Türkeş ile Babamız Fuat Uluç’un “başkan ve genel sekreter” olarak el ele yönettiği partinin… Bugün “Devlet Bahçeli’nin MHP’si olarak ‘hangi noktalarda olduğunu’ yazmak ve eleştirmek hakkımın sınırının nerelerde bittiğini”, bunca gazetecilik tecrübeme rağmen bilemiyorum… Ve de yazmıyorum.

Daha da acısı; yazamıyorum!..

++++++++

“Şair Eşref Yaşasaydı, ne derdi?”  (Cehdizâde – 167)

Nihat Demirkol

++++++++

 

Sözün Özü…

 

İşte dünya…

++++++

 

Erdem ve Politika…

 

Geriye dönmeden, geride bırakılanların özlemini çekmeden hep ileriye, hep yeniye yürümek. Ve onurlu bir devletin vatandaşı olarak düşen yaprakların değil, açan yaprakların sahibi olmak. Sanayide, eğitimde, gelişmede baharı yaşmak. Üretmek, üretmek ve hep üretmek. Bunu ulusun bütününde gerçekleştirenler çağın devleti olmuşlardır.

+++++++

 

GÖRGÜ…

“Dünyadaki en pahalı benzin neden bizde?” diye sorarsanız, “Biraz da görgüsüzlükten” demek gerek. Makam arabaları saltanatı, özel kalem saltanatı, korumalar… Hepsini siz benzin alırken ödüyorsunuz. Bu kadar çok müdür olunca, bolca kibir ortamı oluşuyor. Kötü niyetle falan değil, böyle bir ortamda herkes kibre meylediyor; mesele, ortamı sosyal baskı ile kişiselleştirmeden rahatlatmak ve daha alçakgönüllü bir ortama dönüştürmek zaten. Bir Alman atasözü “Gurur ve aptallık ayni odundan yontulur” der. Kibir de bu yontulmanın çöpüdür” diye ilave edelim ve soralım: Hangi birimiz tamamen pirüpakız?

Mahmut Tolon