Her şey, Batı, BM ve AB ülkelerinin önceleri Suriye’de cihatçı terör örgütü olarak tanımladıkları ve başındaki lider Colani’yi yakalayana FBI’nın 10 milyon dolar ödül vermeyi ilan ettikleri Şam Kurtuluş Heyetinin (HTŞ; Heyet ul Tahrir es Şam) bir direnç görmeden Hama, Humus gibi büyük şehirleri sonra da Şam’ı almasıyla başladı. Suriyeli askerlerin çoğunun kaçması, hatta HTŞ’ye katılması, direniş göstermemesi HTŞ’nin işgal girişimini kolaylaştırdı. HTŞ, diğer sünni cihatçı örgütlerin örneğin Taliban’ın Afganistan’da yaptıklarının tam tersini yaptı; devlet kurumlarını dağıtmadı. Suriye’nin büyükelçilikleri bile tam kadro olarak çalışmaktalar. Diğer cihatçı örgütlerden farklı olarak Başbakan Celali’yi görev devir teslimi için işbaşında tuttular.
Suriye Merkez Bankasını kaçarken Başar Esad’ın soyduğuna ilişkin rivayetler karşısında bile sessiz kaldılar. Esad ve ailesinin 8 Aralık 2024’de Rusya’ya sığınmasını engellemediler. Batı ve Avrupa’nın da buna göz yumduğu ve Putin ile bu kaçış konusunda uzlaşıldığı anlaşılıyor. Putin’in özel izniyle Esad ve ailesine tanınan sığınma hakkı, olayların Batı yani ABD, İngiltere ve Ukrayna’da 600.000 asker kaybeden Rusya ile İsrail’in bilgisi dahilinde olduğunu gösteriyor.
Suriye ordusuna ait karargahların Deniz ve Hava Kuvvetlerinin Hizbullaha ait silahların, üslerin imha edilmesinde ise ABD’nin onayı olduğu açık. O kadar açık ki İsrail buraları ABD’nden aldığı F 35’lerle vurmakta. Türkiye’nin bir NATO üyesi olarak Rusya’dan satın aldığı S 400 savunma sistemleri nedeniyle F 35’leri paralarını ödediğimiz halde ABD’nin vermediği hatırlanacaktır.
Türkiye neredeyse üsleri vurarak Kamışlı’ya kadar gelen İsrail ile komşu olacak. Bandı geriye sararsak İsrail’in Lübnan’la yaptığı ateşkes nedeninin Golan tepelerinin Suriye tarafında kalan kısmını işgal ederek Şam’a 25Km yaklaşması olduğunu görürüz. Herşeyin bir plan dahilinde yürütüldüğü çok açık. İsrail’in bu güne kadar işgal ettiği topraklardan da çıktığı görülmemiş.
8 Aralık 2024’den itibaren kendisini Suriye Devlet Başkanı olarak gören Colani’nin saç ve sakalının kesilerek “temiz bir yüz ifadesine kavuşturulması” da bu plan dahilinde. Hatta Colani’nin “Kürtlere sonra sıra gelecek” şeklindeki açıklaması da ilginç. Batının onu, medyasında “ılımlı cihatçı” olarak tanıtıp CNN International gibi bir Amerikan kanalına çıkarması bile Esad’ın ne kadar gözden düştüğünün bir göstergesi. Esad’tan Putin ve Rusya da memnun kalmamış olmalı ki ona sığınma hakkı dışında bir yardımda bulunmadılar. Bu da Esad’ın Putin’in sözlerini dinlemediğini gösteriyor.
Suriye’de 1963’de iktidara gelen Baas Partisinin ilkeleri arasında birlik, özgürlük ve sosyalizm gelmekte. Esad’ın babası Hafız Esad zamanında ve öncesinde Suriye büyük ekonomik hamleler yaparak kendi kendine yeterli bir konuma gelmeye başlamış. Ancak Başar Esad’ın yönetiminde ülke giderek fakirleşmiş, Suriye’nin kuzeyinde çoğu cihatçı oluşumlar kurulmuştur. 2011 Arap Baharında halk ayaklanmasının bastırılması sonucu Türkiye, Suriyeli göçmen ve sığınmacıları kabul eden ilk ülke olmuştur.
Türkiye’nin en uzun kara sınırı 911 Km. ile Suriye sınırıdır. Suriye’nin HTŞ’a sunulması ile doğal gaz, petrol kaynakları gibi zenginliklerinin nasıl paylaşılacağını yakın bir gelecekte göreceğiz.
Suriye’ye ilişkin olaylar o kadar hızlı gelişmekte ki bu yazının yayınlanacağı güne kadar kim bilir daha neler göreceğiz. Şimdilik Suriye’nin bu konuma getirilmesinden en kazançlı çıkan İsrail en zararlı çıkan ise Hizbullah’ın bu topraklardan sürülmesi ile İran’dır diyebiliriz. Suriye’deki askeri varlığını ve büyük bir ihtimalle üslerini kaybeden Rusya da Suriye’de kaybedenler arasında sayılabilir.
Türkiye ise Arap ülkelerinden farklı olarak Anayasasının birinci maddesinde belirtildiği üzere bir Cumhuriyettir. İkinci maddesinde kayıtlı demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olmasını ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’e borçluyuz.
Bu aşamada Türkiye’nin Orta Doğu bataklığına çekilmeden gelişmeleri yakından izlemesi, iktidarı TBMM ve Muhalefeti ile yakın işbirliği yapması kaçınılmaz görünmektedir.
Türkiye’nin Avrupa ve ABD ile üst düzey, diplomasi kadroları ile de yakın temaslarını yoğunlaştırması kaçınılmaz olacak. Suriye’deki gelişmelerin Türkiye’ye yansımalarının ne olabileceği ise ayrı bir yazı konusu.
Neden her şey Orta Doğu’da başlıyor? Sorusuna cevaplarımın başında Orta Doğu’nun çok eski bir ticaret merkezi oluşu, göç alışı, üç Semavi dinin doğuş yeri olması gelmekte ise de yazar Amos Oz, Orta Doğu’da yeşeren fanatisizm konusunda daha ayrıntılı bir yanıt veriyor. Amos Oz (1939-2015) dünyaca tanınmış, ödüllü bir yazar. Yahudi olması onun İsrail’i eleştirmesini önlememiş. Nitekim “Bir Fanatik Nasıl İyileştirilir? Başlıkla kitabında, fanatiklerin bulundukları yerden alınıp ıslah edilmesi mümkün ancak bu sorunu halletmez. Zira sorun bu gibi insanların ıslah edilmesi, din veya ekonomik zenginlik değil adaletsizliktir” diyor. Verdiği örnekler arasında 11 Eylül 2001’de ABD’ndeki ikiz kulelere uçakla yapılan terör saldırıları da var. “Amos Oz, How to Cure a Fanatic? Random House, Londra 2012 s.43” Filistinlilerin yurdundan edilerek Yahudilerin bu topraklara yerleştirilmesi de adaletsizliktir diyor.
Buradaki adaletsizlik kavramını geniş anlamda yorumlamak gerekir: gelir dağılımındaki adaletsizlik, yargıda ve eğitimde adaletsizlik gibi benzeri durumlar akla ilk gelenlerden.
Gerçeklerin saklanamayacağı elbet bir gün ortaya çıkacakları ilkesinden hareketle olayları yakın takipte kalacağız.