Her sene, Birleşmiş Milletler (BM) takviminde, 18 Aralık, göçmenler için algıda farkındalık yaratmak amacı ile, “Dünya Göçmenler Günü” olarak yer alır ve çeşitli etkinlikler yapılır. BM Dünya Göç Örgütü (IOM), geçen mayısta yayınladığı ‘Dünya Göç Raporu’nda, yerinden yurdundan edilmiş kişi sayısındaki muazzam artışa dikkat çekerek, toplamda 281 milyon kişinin Uluslararası göçmen statüsünde bulunduğunu belirtiyordu. Kabaca bu insanların yüzde 3’ünün ülkemizde olduğu düşünülebilir. Beşir Esat sonrası umarız Suriye’de adil ve demokratik bir düzen kurulur da, ülkemizdeki Suriyeli sığınmacıların tamamına yakını güven içinde memleketlerine dönerler. BM IOM Genel Direktörü Amp Pope, “Belirsiz dinamikler içindeki dünyada göçü anlamak, bir insanlık görevi. Etkili politikalar bu konuda hayati önem taşıyor” diyor.
Kuşkusuz göç, insanlık tarihinin ayrılmaz bir parçası olarak her çağda var olmuş durumda. Çoğu durumda, bölgesel sorunların indüklenmesi ile gözleniyor, tıpkı Suriye iç savaşı sonrası ülkemize gelen kitleler gibi. Bir de konjonktürel olarak çağın ruhunun oluşturduğu dijital göçmen denilen yazılım mühendisinden serbest yazara, çevrimiçi montörlerden veri analistlerine, e-ticaret girişimcilerinden yabancı dil öğretmenlerine ve hatta uzaktan erişimli eğitim veren üniversitelerin öğretim üyelerine kadar pek çok meslek erbabı için, sabit bir kentte bulunmanın zorunlu olmadığı göçmenliğin aristokrat bölümü var ki başka makalelerin konusu olur! Bu kapsamda, son zamanlarda yine ülkemizin yetişmiş insan gücünün her yıl binlercesinin başta Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere beyin göçüne maruziyeti de önemli bir başlık olarak önümüzde durmakta. Sadece 2022 yılında 2685 tıp doktorunun Almanya’ya göç ettiğini biliyoruz. Bu sayı, tıp doktoru ve sağlık personeli olarak şu ana kadar totalde 8.000’leri geçmiş durumda. ABD Gümrük ve Sınır Koruma Dairesi, Meksika’dan ABD’ye geçerek sığınan Türkiye vatandaşı sayısını son iki yılda 31 bin 485 olarak kaydetmiş. EUAA (Avrupa Birliği İltica Ajansı) da aynı dönemde 24 bin 625 Türk vatandaşının başvurusundan dem vurmakta.
Çoğunlukla mültecilik ile göçmenlik birbiri ile karıştırılır. Birleşmiş Milletler, mülteci tanımını şu şekilde kayıtlara geçirmiş: “Irkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönmeyen veya dönmek istemeyen kişidir.” Bu tanım, ülkemizdeki Suriyelilerin durumunu tanımlıyor. Küresel düzlemde son araştırmalara göre, zorla yerinden edilmiş kişilerin toplam sayısının 90 milyonun üzerinde olduğu düşünülüyor. Sadece BM kayıtlarında resmi rakam olarak küresel mülteci sayısı 23 milyon . Elbette, bu sıfata haiz olanların sosyokültürel ve ekonomik analizleri ve devamında sığındıkları ülkelerdeki hukuksal pozisyonları farklı boyutta ele alınmalarını gerektiriyor.
Göçmen ise, bir ülkeden başka bir ülkeye yerleşmek amacıyla göç eden kişilere verilen genel bir isim. Bu eylemin pratiğinde, daha iyi yaşam koşullarına yönelik özünde ekonomik umutların olduğunu hepimiz biliyoruz. Göçmenlik, bu bağlamda ayrı dinamikleri gündeme getirmekte. Bir genelleme yapılacak olursa, dünya nüfusunun yüzde 3.6’sının göçmen olduğunu söyleyebiliriz. Böylesi büyük bir kitle söz konusu olduğu için, bir çok ülke, göçmenlik için mevzuatlarında değişiklikler yapmakta. Bu konuda öncü ülkelerin başında Amerika ve Almanya gelmekte. Almanya’da geçen sene yapılan yasal değişiklikler neredeyse küçük çaplı bir devrim niteliğinde. Avrupa Birliği’ne üye birçok ülke, vatandaşlık konusunda son derece kısıtlayıcı yasalara imza atarken, Almanya bu konudaki katı tutumunu bir hayli yumuşattı. Almanya’da 5 yıl ikamet eden herkese vatandaşlık yolu açıldı. Eğer Almancanız iyi ise, gönüllü sosyal sorumluluk projelerine katılmış iseniz ve okullarda yüksek başarılı bir öğrenci olmuşsanız 3 yıla kadar bu süreyi düşürebileceksiniz. Halihazırda, Almanya’da yaşayan 10 milyon insan, Alman vatandaşı değil. Entegrasyon Merkezi’nden Niklas Hardes, söz hakkı olmayan bunca insanın varlığını demokrasi ruhuna ters buluyor. Ona göre gereklilikleri sağlayan mümkün olduğunca fazla kişinin vatandaşlığa geçmesi, toplumun menfaatine. Yeni yasa, Kanada’daki puan sistemini referans alıyor ama özeti, vasıflı çalışanların Almanya’ya girişini kolaylaştırmak. Eskiden profesyonel kalifikasyon için uluslararası geçerli akreditasyon sertifikaları aranırken şimdi sadece iş deneyimi ya da sektörel istihdam içinde bulunulduğu sözünü vermek yeterli görünüyor!
Bu konuda Almanya yalnız değil. İngiltere, geçen sene tarihinin en fazla yabancı kişinin yani 1.2 milyon insanın ülkeye taşındığını kayıtlara geçirdi. ABD, geçen sene net olarak 1.4 milyon göç almış durumda.
Amerika Başkanlık yarışında, Trump’a havlu atan Harris, “Mültecilere ve sığınmacılara kapımız her zaman açık” beyanatının yenilgisindeki payını bilemeyiz ama ülkelerin milliyetçi ve muhafazakar politikacıları göçü baskı altına almak için amansız bir mücadele içindeler ancak ülkelerinin giderek azalan işgüçleri, dışarıdan gelecek çalışanlara ihtiyaç duyuyor, Apollo Global Management’den Torsten Slok “İş gücü piyasalarında enflasyonu yavaşlatmaya ve soğumaya neden olduğu için yüksek göçün vazgeçilmez olduğunu” dile getiriyor. Nitekim ülkemizde de Suriye’ye kitlesel dönüş olduğunda, iş gücü açığı olacağını dile getiren sanayicileri duymaya başladık. Sadece ülkemiz için değil gelişmiş ülkelerin demografisi, iş gücünü sağlayacak doğurganlık hızını sağlayamadığı takdirde, tek alternatif göçmen işçi alımı olduğu bir gerçek.
Sonuç olarak, küresel iklim değişiklikleri, habitat daralması yada savaşlar nedeni ile mutlaka göçler olacaktır ve ülke çıkarları için , Suriye deneyiminin de ışığında, yasal dahil önleyici regülasyonları olgunlaştırmamız gereken günlerdeyiz. Belki göçmenler negatif homojenite ve gayri insani gelişmeler için bir panzehir vazifesi görerek farklı ülke kültür deneyimlerinin sentezinde barışçı bir dünyanın inşasına katkı sağlar.