Türkiye Orta Doğu’nun parçası haline gelmiş durumda

Gazeteci Yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında gelen olay ve gelişmelerle ilgili sorularını cevapladı. Kışlalı, Asgari ücret pazarlığı, Erdoğan’ın Suriyelilerle ilgili değerlendirmesi, artan toplumsal şiddet olayları, sağlık sektöründe yaşanan aksaklıklar, kamuoyu anketleri konularında açıklamalarda bulundu.

GÖZLEM – Türk-İş Başkanı Ergün Atalay hafta içinde asgari ücretin 29 bin 583 lira yapılmasını istedi. Yapılır mı?

 

K – Atalay, işçinin talebini açıklayarak asgari ücretin en fazla ne kadar olacağını da açıklamış oldu. Bu rakamı da “yüzde 45 enflasyon üzerine yüzde 20 refah payı” şeklinde bir hesaplamaya dayandırdığı ifade ediliyor. Asgari ücret şu an için 17 bin 2 lira. Bu istek yüzde 74’lük bir artışa denk geliyor ki, iktidarın böyle bir artış yapacağını düşünmüyorum. Ancak bu istekle beraber bana göre asgari ücretteki artışın gelecek yılki enflasyon beklentisinin “oldukça” üzerinde olacağı kesinleşti. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, yine hafta içinde bütçe görüşmelerinde yaptığı konuşmada “2024’te, bakın, enflasyon şu anda yüzde 47, yılsonu muhtemelen yüzde 45 olacak” dedi. Milletvekillerinin “asgari ücreti söyleyin” çağrısına da “Asgari ücrette muhtemelen enflasyonun üzerinde seyredecek” yanıtı verdi. Merkez Bankası Başkanı da sonbaharda yurtdışında yaptığı görüşmelerde asgari ücretin 25 bin lira civarında olacağı algısı yaratmıştı. 25 bin lira yaklaşık şimdiki enflasyon kadar bir artışa denk geliyor. Benim tahminim asgari ücretin 23-26 bin lira arasında bir aralığa çekileceği. Böylece ekonomi yönetimi faizleri indirme yolunda bir algı yaratarak ekonomiye dönük “iyimser” bir hava yaratmaya çalışırken dar gelirliyi de “düşündüğü” izlenimini vermiş olacak.

GÖZLEM – Bir yandan “asgari ücret/emekli maaş zamları” konusunda kılı kırk yaran iktidar “Suriyeli kardeşlerimiz başımızın tacıdır” diye milyonlarca Suriyeliyi beslemeye devam edeceğini ilan ediyor; görüşünüz?

K – Bunun bir kaç nedeni var. Birincisi bu iktidarın yüzü doğuya dönük, sözde “milli” birliği ümmet birliğinde arıyor, yabancıların dinlerine bakıyor. Bu açıdan Türkiye 25 yıl öncesine göre artık Avrupa’nın değil Orta Doğu’nun parçası haline gelmiş durumda. Bu bölgenin, Müslümanların hamiliğini yapıyor, yapma amacı güdüyor. Bu da iktidarın ideolojisiyle birebir örtüşüyor. İkincisi bu iktidar için Suriyeli, Afgan, Afrikalı ve diğer az gelişmiş Müslüman ülkelerden gelen göçmenler tamamen bir oy deposu olarak görülüyor. Vatandaşlığa geçirilen göçmenlerin çoğu AKP’ye oy verecektir. İktidar ayrıca Suriye’de ve bölgede çok önemli bir geçişkenlik ve nüfuz sahibi olmayı hedefliyor. Tabii ki bunun Türkiye sağlayacağı katkıdan çok fazla kaybettireceği, vereceği zarar var ama kimin açısından? Bu iktidar açısından değil. Sonuçta Türkiye’yi “ulusal” bir yapı olarak görüyorsanız, temelini “Kendisine Türk diyen, kültürel bağı bulunan” yurttaşların oluşturduğunu düşünüyorsanız, bu göç akımının karşısında olmanız gerekir. Bu akım ulusal Türkiye’ye sizin sorunuzda da olduğu gibi zarar verecektir. Ancak kendinizi “ümmetçi”, birlik bağınızı da “İslam” olarak görüyorsanız, mevcut kesimden alıp bu kesime kaynak aktararak hem bu göçmenleri kazanacağınızı, hem de şimdi olduğu gibi geldikleri bölgelerde hakimiyet sağlayacağınızı düşünürsünüz. Tabii Orta Doğu bir bataklıktır ve eninde sonunda bulaştığınız için sizi içine daha çok ve daha kötü bir şekilde çekecektir. Bu akışkanlık başta suç, terör, kaynakların israf edilmesi gibi etkenlerle mevcut Türkiye’yi ciddi biçimde etkileyecektir.

 

GÖZLEM – Sabah sabah gazetenizi açıyorsunuz; “Türkiye haberleri; İstanbul’da korkunç olay… 10 metre yükseklikten beton zemine çakıldılar! / Edirne’de korkunç olay… Kaza sonrası otomobil alev aldı: 4 kişi hayatını kaybetti! / Galata Kulesi’nde korkunç olay: 19 yaşındaki genç hayatını kaybetti! / Adana’da korkunç olay. Evinin önünde silahla öldürüldü.” Günün devamında “korkunç olay” eklemeleri. Türkiye bu hale nasıl geldi ve ne olacak bu gidişin sonu?

 

K – Bu iktidar siyasetteki tüm faaliyetleri devlet etrafında, devletten üretilen rantın ortaya çıkartılmasında ve dağıtılmasında ve hayatta kalmasını devam ettirmek için kendi istediği türde “dinci” bir yapının kurulmasında görüyor. Bunun için devlet yönetiminde liyakatın yerini sadakat alıyor. Kayırmacılık, o iş için gerekli niteliği olmayan yöneticilerin göreve gelmelerine ve kapasiteleri gereği üstlendikleri işi layığıyla yapamamalarına neden oluyor. Zaten çoğu zaman da bu yöneticilerin o göreve gelme amaçları, devlet yönetiminin esası olan yurttaşların güvenliğini, ihtiyaçlarını karşılayacak hizmetlere odaklanmak yerine mevcut görevlerinden bir “rant” yaratmaya dönük faaliyetleri organize etmek. Dolayısıyla da bir yıl önce aynı yerden bir başka genç düşüp öldüğü halde, aynı yerde önlem alma gereğini görecek bir yapılanma oluşturulamıyor. Veya sayısız suç kaydı bulunanlara gerekli cezayı verecek, bu kişileri içeride tutacak ve böylelikle hem diğer yurttaşlar açısından örnek olacak, hem de kamu vicdanı oluşturacak bir sistem kurulamıyor. Tüm mesele niye siyaset yapıyorsunuz, niye iktidar olmak istiyorsunuz, niye devleti yönetmeye adaysınız sorularının cevabında. Mesele bozuklukları düzeltmek, daha refah daha adil paylaşan mutlu bir toplum yaratmak olsa, yapılacaklar belli; ülke buna göre yönetilirdi. Mesele mevcut düzeni bozarak, safları kutuplaştırarak, değiştirerek ortaya çıkacak rantı paylaşmak olduğu için, bunun doğal sonucu olarak diğer konular ya arka planda kalıyor ya da hiç dikkate alınmıyor.

 

GÖZLEM – Sağlık hizmetlerinde yaşanan sorunlar, Fahrettin Koca’nın yerine Kemal Memişoğlu’nun bakanlığa getirilmesiyle çözülemedi, hatta arttı. Yenidoğan Çetesi skandalı da tepkileri büyüttü. Kamu hastanelerinde randevu krizi, hekimler başta, sağlık çalışanlarının özlük haklarına kavuşamaması, birçok hastanede cihaz ve doktor eksikliği gibi ana sorunlar çözüm bekliyor. Yormunuz?

K – Bir defa Koca’nın yerine Memişoğlu göreve sağlık sisteminde yaşanan sorunlar çözülsün diye getirilmedi. Koca’nın “faydalı olma” süresi dolmuş, hakkında eleştiriler çoğalmış, yönetimde yıpranmıştı. Ayrılması gerekiyordu, yerine bir başkası “atandı”. Yenidoğan Çetesi sürecinde İstanbul Sağlık İl Müdürü olup da bunu fark edemeyen, müdahale edemeyen, çözemeyen bir kişinin Türkiye’nin özelleştirmeyle iyice kronikleşen sağlık sorunlarını çözmesi beklenemez. Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) adı altında devletin hastane işletmesi işinin “şehir hastaneleri adı altında” büyük bedellerle özel sektöre devredilmesi, devletin sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesiyle, ilaç üretiminden çıkması gibi icraatlar çok ciddi bir kaynak israfı yaratıyor. Bu israf; sağlık çalışanlarının durumunun giderek bozulmasına, çalışan sayısının yeterince artmamasına, pek çok çalışanın yurt dışına “kaçmasına”, yine kaynaksızlık nedeniyle cihaz ve ilaç eksikliğine ve bugünkü durumda gelinen “tıkanmaya” yol açtı. 2024’de yaklaşık 35 bin kapasiteli 25 şehir hastanesi için 83.7 milyar lira harcandı. 500 yataklı Batman Devlet Hastanesi 3.2 milyar liraya mal olacak. 83.7 milyar lira ile 500 yataklı 27 devlet hastanesi yapılabilirdi. Enflasyon TÜİK rakamlarına göre bile yüzde 50 civarındayken Sağlık Bakanlığı’nın 2025 bütçesi sadece yüzde 39 arttırıldı. Bütçenin yüzde 10’undan fazlası 25 şehir hastanesine gitti. Çözüm KÖİ projelerinden çıkılması ve devletin yeniden sağlık sektörüne yoğun bir şekilde girmesiyle ortaya çıkacak kaynağın daha fazla devlet hastanesi kurulması, sağlık personelinin şartlarının iyileştirilmesi ve cihaz-ilaç sorunun çözülmesi için kullanılmasında.

GÖZLEM – Anketlerde AKP iktidarının oylarında azalma devam ederken, CHP Ana Muhalefeti’nin oyları beklenen ve olması gereken artışlara ulaşamıyor. Sizce neden?

 

K – Kamuoyu yoklamalarında AKP’nin oy oranlarının düşüyor olması hiç şüphesiz en başta ekonomik sıkıntılar ve geçim sorunlarına bağlı. Ancak AKP’ye oy vermiş seçmen kitlesinin genel seçimlerde doğrudan CHP’ye oy vermesi ideolojik sebeplerle zor. Bu geçişkenlik daha çok MHP’ye yönelebilirdi. Ancak hem MHP’nin de iktidarın ortağı olması nedeniyle ekonomik sıkıntıların sorumluluğunu paylaşıyor olması hem de özellikle Devlet Bahçeli’nin şimdi çevirmeye çalıştıkları son “Apo’ya özgürlük” çıkışı oyların büyük çoğunlukla “kararsıza” dönüştüğünü ya da Zafer Partisi, İYİ Parti gibi muhalif sağ partilere yöneldiğini gösteriyor.

 

++++++