HTŞ’nin Suriye’de yönetimi fiilen ele geçirmesinin ardından en çok merak edilen ülkedeki gelişmeler oldu. Bölgede neler olabileceğinden, ülkede nasıl bir sistem kurulacağından, gelişmelerin bölgeyi nasıl etkileyeceğinden çok müdahil ülkelerin nasıl bir Suriye istediği konuşuluyor. Suriye halkının ne düşündüğünü ne istediğini kimse sormuyor.
Geçtiğimiz hafta; Ürdün, Türkiye, ABD, Suudi Arabistan, Irak, Lübnan, Mısır dışişleri bakanları ile Avrupa Birliği (AB) ve Birleşmiş Milletler (BM) temsilcileri Ürdün’ün Akabe kentinde bir araya gelerek Suriye’deki gelişmeleri ele aldılar. Kapalı kapılar ardında nelerin konuşulduğunu bilemiyoruz. Ama basına yansıyanlar kadarıyla toplantıda konuşulan konuların dilek ve temennilerin ötesine geçmediği dikkat çekti.
Bölge ülkeleriyle bunlar konuşulurken ABD’nin askeri hareketliliğinin artmakta olduğu haberleri gelmeye başladı. ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon); Suriye’den çekilme planlarının olmadığını, Suriye’deki asker sayısını 900’den 2 bin’e çıkardıklarını, Irak’ta da takviye kuvvetler bulundurduklarını açıkladı. Bölgede görevli ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) da HTŞ’nin yönetimi ele geçirmesinin hemen ardından “ABD Hava Kuvvetlerinin; IŞİD’in Suriye’deki mevcut durumdan yararlanmasının önüne geçmek maksadıyla 75’in üzerinde hedefi vurduğunu” duyurdu. Yapılan açıklamalarda “Washington yönetiminin, SDG (PKK/YPG) ile Türkiye destekli gruplar (SMO) arasındaki çatışmaların sona erdirilmesi için arabuluculuk girişiminde bulunduğu” da yer aldı. Bu açıklamalar içinde en çok dikkat çeken “Suriye’deki gelişmelere ilişkin Türkiye ile tam angajman içindeyiz” açıklaması oldu.
Suriye rejimini 13 yılda ortadan kaldıran, Rusya’yı, İran’ı ve İranlı milisleri Suriye’den uzaklaştırmayı başaran ABD’nin bu zamana kadar IŞİD’i ortadan kaldıramaması soru işaretlerine neden olmaktadır. Öyle görünüyor ki; IŞİD, Suriye’de ABD ve ortakları tarafından hedefe ulaşılıncaya kadar kullanılmaya devam edilecektir.
ABD Fırat’ın doğusunda IŞİD’le mücadele gerekçesiyle askeri hareketliliğini artırırken ve PKK/YPG ile SMO arasındaki ateşkesi uzatmaya, çatışmaları durdurmaya çalışırken PKK/YPG’nin elebaşı Mazlum Abdi’nin “Suriyeli Kürt güçleri desteklemek için Orta Doğu’nun dört bir yanından gelen PKK dahil bütün Kürt savaşçıların, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye ile yaşanan çatışmalarda ateşkese varılması halinde ülkeyi terk edeceklerini” söylediği “PKK’lıların yardım için Suriye’ye geldiğini kabul etmekle birlikte, SDG’nin PKK ile organize bir bağının bulunmadığını savunduğu” basına yansıdı.
ABD ve PKK/PYD cephesinde olaylar böyle gelişirken Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın; Türkiye’nin Suriye’de PKK/YPG’ye karşı yeni bir harekât düzenlemesi olasılığına ilişkin sorulan bir soruya, “Şam’da artık yeni bir yönetim iş başında. Bu, öncelikle yeni yönetimin meselesidir. Onlar bu meseleyi düzgün bir şekilde hallederler ise kanaatimce bizim müdahalemize gerek kalmayacaktır” yanıtını verdiği haber yapıldı.
Bu yaklaşımlar bende; ABD’nin Fırat’ın doğusundaki PKK/YPG varlığını korumaya kararlı olduğu, SDG’nin PKK’dan uzaklaşmakta olduğu görüntüsü vermeye, PKK ile organik bağı olmadığını kanıtlamak suretiyle varlığına meşruiyet kazandırmaya çalıştığı, Türkiye’nin de bölgede PKK’nın adının geçmediği taktirde Fırat’ın doğusundaki gelişmelere müdahil olmayacağı, ABD’nin projesinin karşısında durmayacağı kanaati uyandırdı.
Fırat’ın doğusunda SDG’ye alan açılmakta iken bir açıklama da HTŞ’den geldi. HTŞ siyasi işler bürosu yetkilisi Muhammed Halid’in; gazetecilerin sorularına ” Şu an seçim olmayacak, komiteler kurulacak, bir anayasa yapılacak ve bunların hepsi yasalarla kararlaştırılacak, geçiş süreci yasalar ve anayasa yazıldıkça gelişecek” yanıtı verdiği, alkol kullanımı ve halkın yaşam tarzıyla ilgili sorulara da “bunların anayasa ve yasalarda yer alacağını” söylediği aktarıldı. Bu da gösteriyor ki; HTŞ, hakimiyeti altındaki bölgeyi kendi ideolojisine göre şekillendirmeye, kendi ideolojisine uygun anayasa ve yasalar yapmak için zaman kazanmaya, bu süreçte konumunu güçlendirmeye çalışmaktadır. Bu durumda Fırat’ın doğusundaki Kürt yapılanmasına karşı direnmesi mümkün değildir. Ülkenin batısındaki kazanımlarını yeterli görmektedir. ABD; HTŞ’nin yönetim kadrolarıyla görüşme halindedir ancak HTŞ halen terör örgütleri listesinden çıkarılmamıştır. Bu durumda HTŞ ABD’nin çizdiği yolun dışına çıkmaya kalkarsa ağır yaptırımlar ve askeri müdahaleler devreye girecek demektir.
HTŞ ve SDG’nin hakimiyet kurduğu bölgelerde bunlar olurken İsrail Suriye’nin güneyindeki konumunu pekiştirmektedir. Geçtiğimiz günlerde Suriye’deki varlığını 2025 yılının sonuna kadar koruyacağını söyleyen İsrail makamları son açıklamalarında “Suriye’de gerekli gördükleri kadar kalacakları” mesajı vermektedirler.
Türkiye’de iktidar; Suriye’deki gelişmelere müdahil olduğumuz, ülkenin yeniden yapılanmasında rol alacağımız, ülkemizdeki sığınmacı politikasına devam edileceği yönünde açıklamalar yapmakta, vatandaşlarımızı ikna edebilmek için konuyu inanç değerlerimizle bağdaştırarak, azami hamasetle ele almakta, HTŞ’yi “özgürlük savaşçıları” gibi göstermekte, eleştiren ve sorgulayanlar milli ve manevi değerlere ihanetle suçlanmaktadır. Uluslararası ilişkilerin inanç değerleriyle, hamasetle, “sevap kazanmakla” ilgisi yoktur. Bunun yerine makul ve mantıklı bir yaklaşımla Suriye’ye müdahaleden ve milyonlarca sığınmacıyı ülkemize yerleştirmekten nelerin beklendiği şeffaf bir şekilde izah edilmeli, bu konuda azami derecede ulusal birlik sağlanmalıdır. Aksi halde tehdit kapımıza dayandığında, kandırıldığını düşünecek insanları; ulusal savunmamız, birlik ve beraberliğimiz için mücadeleye ikna etmek son derece zor olacaktır.
Öyle görünüyor ki Suriye’de taşların yerine oturması; tıpkı Irak, Libya ve Afganistan gibi BOP projesine göre şekillendirilen ülkelerde olduğu gibi çok zaman alacaktır. Bu sürecin nasıl gelişeceğini şimdiden tahmin etmek zordur. Böyle devam ettiği taktirde ülkede fiilen 3 ya da 4 özerk yapı oluşması muhtemeldir. Bu özerk yapılanmanın bölgeye ve ülkemize etkileri zamanla daha da netleşecektir. Bu süreçte ülkedeki grupların anlaşmazlığa düşmesi ve anlaşmazlıkların yeni bir iç çatışmaya dönüşmesi ihtimal dahilindedir. Eğer yeni bir çatışma ortamına girilirse Türkiye’nin gelişmelere müdahil olması kaçınılmaz olacaktır. İçinde bulunduğumuz siyasi, ekonomik ve sosyal ortamda böyle bir ihtimalin ülkemize ve vatandaşlarımıza vereceği zararın çok iyi hesaplanması gerekmektedir.