PKK açılımı nereye gidiyor

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’de terörist başı Apo’nun TBMM’ye gelerek DEM Parti grubunda konuşma yapması çağrısının ardından gelişen süreç kesintisiz sürdürülüyor. Bu sürecin 22 Ekim’de başlamadığını, öncesinde birtakım hazırlıkların, görüşmelerin, dış telkinlerin olduğunu, bölgemizde ve ülkemizdeki gelişmelerle ilişkili olduğunu düşünüyorum.

Ülkemizde terörün bitirilmesi, “Kürt sorununun” çözülmesi, “Türk-Kürt kardeşliğinin yeniden tesis edilmesi” olarak takdim edilen bu açılımın; İsrail’in Gazze’ye saldırısı ve bölgeye yayılma çalışmalarıyla, Suriye’de Fırat’ın doğusunda PKK/PYD kontrolündeki yapıyla, ülkenin geri kalanında radikal İslamcı HTŞ’ye meşruiyet kazandırma projesiyle, bölgemizdeki gelişmelere ABD, AB ve İngiltere’nin doğrudan müdahil olmalarıyla, ülkemizde şeriat ve hilafet projelerini gerçekleştirmek için uygun ortam kollayan siyasal İslamcı odaklarla ilişkili olabileceği endişesi içindeyim.

Bende bu kanaati oluşturan nedenler şunlardır:

Türkiye; Suriye’deki PKK/PYD varlığını terör örgütü olarak tanımaktadır. Suriye’deki gelişmelere müdahalemizin gerekçesinin de terörle mücadele olduğu ifade edilmektedir. PKK/PYD ile iş birliği içindeki ABD ve ortakları ise Fırat’ın doğusundaki bu terörist yapının IŞİD’le mücadeleye katkı sağlayan müttefikleri olduğunu iddia etmektedir. Bu çelişkiyi, bu anlaşmazlığı ortadan kaldırmak için PKK’nın Suriye’deki yapılanmasına meşruiyet kazandırılmasına ihtiyaç vardır. PKK ülkemizin siyasi sistemine entegre edilirse bu çelişki ortadan kalkacak, Suriye’deki PKK uzantılı terör örgütü varlığı meşrulaşacaktır.

PKK/PYD gibi Suriye yönetimini ele geçiren radikal İslamcı örgüt HTŞ de pek çok ülkenin terör örgütleri listesindedir. Buna rağmen Türkiye dahil, Suriye’deki gelişmelere müdahil olan bütün ülkeler HTŞ’yi açıkça desteklemektedir. PKK üzerinden yürütülen “barış ve kardeşlik” açılımının HTŞ’yi de kapsaması, “bölgesel barış ve kardeşlik” projesine dönüştürülmesi muhtemeldir. Bu şekilde HTŞ de meşrulaştırılacak, terör örgütleri listesinden çıkarılacaktır. ABD ve ortaklarının istediği de budur kanaatindeyim.

ABD ve ortakları bölgemizdeki projelerine hız kazandırmışken ülkemizdeki şeriat ve hilafet çağrılarında da artış gözlenmektedir. Terörün bitirilmesi, Kürt sorununun çözülmesi gerekçeleriyle PKK ile tesis edilecek “barış ve kardeşlik” ortamının oluşturulabilmesi için anayasal ve yasal düzenlemeye ihtiyaç vardır. Bu durumda PKK’nın siyasi sistemimize entegre edilmesi uygulamalarından siyasal İslamcı odaklar da yararlanacaklardır. Ülkemizdeki tarikat ve cemaat yapılanmalarının elde ettikleri kazanımlara, bütün devlet kurumlarına yerleştirilmiş olmalarına bakıldığında; bu gelişmelere müdahil olmadıklarını düşünmek, PKK’ya sağlanmaya çalışılan olanakların dışında tutulmalarını beklemek mümkün değildir.

Benim kanaatimi güçlendiren etkenlerden birisi de İmralı’daki terörist başının açıklamasıdır. Terörist başı; “Türk-Kürt kardeşliğinin yeniden güçlendirilmesinin tarihi bir sorumluluk olduğunu” söyleyerek başladığı açıklamasına “Sürecin başarısı için Türkiye’deki tüm siyasi çevrelerin dar ve dönemsel hesaplara takılmadan inisiyatif alması, yapıcı davranması ve pozitif katkı sunması elzemdir. Bu katkıların en önemli zeminlerinden biri de şüphesiz TBMM olacaktır. Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim” diyerek devam etmiş, böylece ülkemizdeki siyasi partilerin tamamının, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve asıl önemlisi Cumhurbaşkanının ve Cumhur İttifakının muhatabının kendisi olduğu algısı yaratmaya çalışmıştır. Başlangıçtaki “Türk-Kürt Kardeşliği” vurgusu da durumu sevimli gösterme çabasından başka bir şey değildir.

Ülkemize 40 yıldan fazla süredir çok büyük acılar yaşatan, on binlerce insanımızın şehit ve gazi olmasının sorumluluğunu taşıyan, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş bir teröristin; devletimiz, devlet adamlarımız, gazi meclisimiz tarafından muhatap olarak görülmesini kabullenmek mümkün değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti; huzur ve güvenliğimizi tesis etmek için böyle bir terörist başının desteğine, onun muhataplığında yürütülecek uygulamalara ihtiyaç duymamalıdır. Sorun “Kürt sorunu” değil, terör sorunudur. Terör sorunu da teröristlerle ve onların emperyalist ortaklarıyla çözülemez. Onlarla masaya oturulduğunda bir pazarlık ortamına girilecek ve daha başka taleplerde bulunacaklardır. Terör örgütlerinin ve ortaklarının hedefi de budur; hedef aldıkları ülkenin siyasi sistemine entegre olmak suretiyle meşruiyet kazanmak, siyasi taleplerle hedef ülkenin yapısını değiştirmek… Nitekim DEM parti, terörist başıyla görüşmeden önce “Eğitim dilinin Kürtçe olduğu okullar olsun. Belediyelerin, yerel yönetimlerin yetkileri artırılsın. Anayasa’da etnik temelli bir vatandaşlık tanımı olmasın” diyerek niyet ve maksadı ifşa etmiştir. Dikkat edilirse bu talepler ülkemizde gerçekleştirilmesi hayal edilen özerklik projesinin, ulus devlet yapımızın dönüştürülmesinin ön talepleridir.

Gün geçtikçe terör örgütünün başka talepleri de ortaya çıkmaktadır. Bunlardan birisi de cezaevlerindeki 4,750 PKK’lı mahkûmun serbest bırakılması ve dağdaki teröristler için genel af çıkarılmasıdır. Böyle bir genel af çıkarılırsa bundan sadece PKK değil bütün terör örgütleri, bütün çeteler, bütün mafya teşkilatları yararlanacaktır. Bu da vatandaşlarımızın huzur ve güvenliği için çok büyük tehdit oluşturacaktır.

PKK ve destekçileri bunları dillendirirken içimizdeki iş birlikçiler de onları hararetle savunmakta, süreci “barışa giden yol” olarak göstermekte, eleştirenleri ve tehlikelere dikkat çekenleri de “terör tehdidinin bitmesini istemeyenler” olarak itham etmektedirler.

Terör tehdidinin ortadan kaldırılması terör örgütüyle pazarlık yapmakla mümkün değildir. Terör tehdidinin ortadan kaldırılabilmesi için terörün yeşerdiği, canlandığı, geliştiği ortamın ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bunun için de ülkede refahın en ücradaki vatandaşlara kadar yaygınlaştırılması, istihdam alanlarının çoğaltılması, aç ve açıkta vatandaş kalmaması, gelir dağılımının adil olması, vatandaşların güvenlik sorununun kalmaması, hukukun üstünlüğünün koşulsuz gerçekleştirilmesi, adaletin bütün vatandaşları kapsaması, devletin vatandaşına saygılı davranması, devlet adamlarının ülkenin sahibi gibi değil, vatana ve vatandaşa hizmet anlayışıyla hareket etmesi, böylece vatandaşın devletine güveninin koşulsuz olarak tesis edilmesi gerekmektedir. Bu da Atatürk İlke ve Devrimlerine sahip çıkmakla ve Atatürk’ü tanıyıp anlamak, O’na saygı duymakla mümkündür.