Erdoğan kaybedeceğini gördüğü bir seçime artık giremez

Gazeteci Yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında gelen olay ve gelişmelerle ilgili sorularını cevapladı.

 

GÖZLEM – CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Bu darbeyi püskürtemezsek, bir daha sandık yok” dedi. Ne demek istedi ve hak veriyor musunuz?

K – Erdoğan’ın kaybedeceğini düşündüğü seçime girmeyeceği zaten belliydi. Artık iyice belli. Başvurduğu yöntemler ve söylemleri zihninde bu açıdan artık “demokrasi” kırıntılarının bile kalmadığını gösteriyor. Başka türlü olmasına da imkan yok. İpin ucundaki çıkarlar ve tehlikeler o kadar büyüdü ki, iktidardan gitmesi demek sadece maddi olarak değil, manevi olarak da kabullenemeyeceği bir “var olma durumu” anlamına gelir. Bunun için kahve konuşması gibi aynı nakaratı “camide alkol alıyorlar” diye her seferinde mutat bir şekilde tutturuyor, muhalefet liderine “Özgür Özel, senin de kabrini birileri bir gün gelip ya kazar, ya yıkar” diyerek kefen biçiyor, alenen tehdit ediyor. Kendisi açısından artık bu gerçek dışılıkların ciddi anlamda “gerçekleştiğini”, algılarının, bu büyük çabası, gailesi nedeniyle gittikçe daha bozulduğunu ve bozulmakta olduğunu düşünüyorum. Erdoğan’ın bugünkü şartlarda, eğer normal seçimlere kadar olan üç yıl içinde tüm bu olanları unutturamazsa, ekonomiyi düzeltemezse, tekrar bir seçime gitme imkanı olduğunu düşünmüyorum. O zaman ortaya gerekçe olarak bir savaş çıkacaktır, bir “olağanüstü hal” durumu olacaktır. Erdoğan kaybedeceğini gördüğü bir seçime artık giremez. Çünkü, kaybederek bu haliyle var olmaya, normal bir muhalif gibi siyaset yapmaya devam edemez. O zaman geriye hangi seçenekler kalıyor? Belki Özgür Özel’in pek çokları için bariz olan “Bu darbeyi püskürtemezsek, bir daha sandık yok” önergesini gündeme getirmesi bu yüzden. Mevcut durumda muhalefete destek vermeyip, destek vermesi gerekenleri mi “uyandırmaya” çalışıyor? Kim bu kesimler? Bu konulara açıklık getirmesi faydalı olur.

GÖZLEM – İktidarın önünde 3 yol var; yumuşamak, sertleşmek ve bugünü sürdürmek; ne yapabilir, ne yapması gerekir?

K – Hiçbir şey yapamaz. Sertleşmeye ve bu süreci tırmandırarak devam ettirmeye çalışacak. Eğer gözünüze en ufak bir “yumuşama”, “duraksama”, “bugünü sürdürme” durumu yansıyorsa, bilin ki bu “tepkileri atlatıp daha güçlü devam etmek için” bir fasıladır, aradır. Nitekim son saldırı ile hem İstanbul Belediyesi’ne, hem de CHP’ye kayyum atama opsiyonunu da bir seçenek olarak elinde tuttu. Ama tepkilerden çekindiği için “şimdilik” o alana girmedi. Bunu da Özgür Özel ile bir “arka kapı siyaseti” yürütecek şekilde kurguladığı anlaşılıyor. Keşke işi bu noktaya getirmeseydi, örneğin faizlerin düşürülmesi için baskı kurmasa, diretmeseydi. O zaman ekonomi bu şekilde büyük bir sıkıntı ve krizin içine girmezdi ve seçmen, halk nezdindeki durumu bu kadar kötü olmazdı. O zaman belki muhalefeti düşünmeyi seçime daha yakın kalacak zamana bırakabilirdi. Bakın aslında İmamoğlu saldırısını başlatmadan önce hiç beklenmeyecek gelişmeler olmuş ve uzun zamandır “kayyum” işkencesiyle kıyıda köşede bıraktığı, liderlerini ve önemli yöneticilerini hapislerde bıraktığı Kürt siyasetini, tüm bu icraatlarından vazgeçmeden, “Yeni Apo açılımı”yla kendisine bağlamış ve Meclis’te istediği anayasal değişikliği yapacak ve tekrar Cumhurbaşkanı seçilmesinin önünü açacak çoğunluğu sağlama noktasına gelmişti. Bundan sonrası kendi arka bahçesini oluşturan muhafazakâr sağ kesimden “transfer” edilecek milletvekillerine kalmıştı ki, Kürt siyasetçileri transfer eden onları da ederdi. Ancak meselenin anayasa değişikliğiyle kalmayacağını, seçimlerden galip çıkamayacağını görüyor, gördü. Bu sebeple İmamoğlu saldırısı için düğmeye bastı ve bu sebeple düğmeye bu kadar erken, tüm tepkileri dindirip, halkı “yavaş yavaş pişen kurbağa gibi alıştırıp” şu an için üç yıl sonra olacak seçimlere hazırlamaya karar verdi. Ülke için, iyi insanlar için iyi olmadı ama maalesef öyle bir kaygısı yok. Tüm önceliği kendisi. Elinde değil, fıtratında var, gidebildiği yere kadar gidecek ve gidebileceği yerler konusunda da gün geçtikçe kendisini de şaşırtacak henüz adım atılmamış alanlara girecek.

 

GÖZLEM – CHP’nin “destek sandığına atılan oylar” sizce, “Ekrem İmamoğlu olayında iktidardan yana olduğu görüntüsünü veren” yargıyı etkileyebilecek mi?

K – “İktidardan yana olduğu görüntüsü” veren yargı aslında, dikkatli baktığınızda çok dar alana sıkışmış, gittikçe iktidarın artan, acımasızlaşan ve adalet açısından kabul edilmesi daha da zor hale gelen istekleri karşısında yalnızlaşıp, sayısı azalan, nicelik olarak küçülen bir “varlığa” dönüşüyor. Ama iktidar isteklerini ne kadar uçlara taşısa da yargı içinde buna uyacak, Özgür Özel’in “giyotin” dediği tarzda yapıları bulabilir, yaratabilir ve işleyebilir. Burada tarafsız, objektif bir yargı ayağından bahsetmiyoruz ki, bu yargı önündeki davaya, konuya bakıp hakka, hukuka, adalete göre karar veriyor olsun. Burada iktidarın sunduğu, sağladığı imkânlarla vücuda gelen bir yapıdan bahsediyoruz. Ama tabii ki bu yapının da gittikçe azalan bir fayda sınırı olsa gerekir.

 

GÖZLEM – Mansur Yavaş, “Sırada ben varım” diyor; İktidar, “İmamoğlu olayındaki ‘halk tepkisi’ ortada iken bu kadar sertleşmeyi” göze alabilir mi?

K – Alabilir. Alır. Ama bunu yönetmesi gerekecek. Bence iktidar, yönetim olarak İmamoğlu saldırısında yine bir tepki bekliyordu ama beklediği tepki bu kadar büyük değildi. Şimdi bu tepkinin yumaşamasını, hafiflemesini, insanların alışmasını bekliyorlar. Ama niyetinde, hedefinde bir değişiklik olmadığını Erdoğan Meclis’teki son konuşmalarında ısrarla ortaya koyuyor. “Bu konuya girmeyeyim, ABD’nin gösterdiği teveccühten bahsedeyim, terörün bitmesinden bahsedeyim, konuları değiştireyim” gibi çabaların içinde olmadı. Önce Ekrem İmamoğlu lokması çiğnenip, sonra Mansur Yavaş’ın üzerine gidilmesi hedefleniyor. Bu iki adaydan sonra gelecek hiçbir adayın Erdoğan karşısında aynı etkiyi yaratmayacağı, yaratacak biri çıkarsa da ona göre “düzen alınacağı” düşünülüyor. Ancak öte yandan da tepkiler çığ gibi yuvarlanarak büyüyor. Ama başladığımız noktaya gelirsek, seçim olmayacağı bir ortamda tepkilerin büyümesinin etkisi ne şekilde, hangi yollarla sonuca etki eder, bunu görmek gerekecek.

GÖZLEM – Tepki yürüyüşlerinde “gençler” ön sırayı aldı, 1960 kuşağı mensupları “deja vu” diyor; siz ne diyorsunuz?

K – Gençler genel olarak daha ilkeliler. Doğru – yanlış anlayışları çok daha katı. Hayatla ve onun getirdiği şartlarla henüz “anlaşma” yoluna girmemişler, uzlaşmamışlar. Daha tepkililer, tarz ve tavırlarını çok daha açık, “ama”sız “fakat”sız ortaya koyuyorlar. Dış dünyaya, doğruya, güzele daha açıklar ve yaşayacakları gelecekten daha umutlular. Bu nedenle de bu gelecekleri kendileri için çok daha değerli. Ülkeleri, sevdikleri daha değerli. Kendileri daha değerliler, o yüzden de haksızlıklara, kötülüklere, olumsuzluklara çok daha büyük bir tepkiyle karşı çıkıyorlar. Bu tepkilerini ortaya koyacak, kendilerini gösterecek, karşı çıkacak bir güçleri var. Cumhuriyet’in kuruluşundan beri bu ülke için güzel, iyi, doğru olan pek çok şeyin başlangıcında ve içinde gençler yer aldı. Şimdi de yaşanan bu. Belki de yaşanan bu kötülüklerden en başta elde edilen en büyük iyilik gençlerin yine devreye girmesi oldu.

GÖZLEM – Hazine’nin durumu ortada iken, İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla Türk lirasının ve finans dünyamızın kaybını nasıl yorumluyorsunuz; bu kayıplar, emekçilerin ve emeklilerin beklediği ama alamadığı zamların yapılmasını sağlayabilir miydi?

K – İmamoğlu’na saldırının ekonomik boyutunun, saldırının daha da ileriye gitmesini, İstanbul’a ve CHP’ye kayyum atanmasını engellediği anlaşılıyor. Ancak öyle de olsa, bu kayıplar “emekli ve emekçilerin beklediği ama alamadığı zamların” yapılmasını yine de sağlayamazdı. Çünkü bu kaynakları emekçilere, emeklilere, dar ve sabit gelirlilere ne olursa olsun vermeyeceklerdi zaten. Mesele kaynak olmaması değil. Kaynak var. Mesele, enflasyonu kontrol almak için, parayı aldığı anda, borcundan, ihtiyaçlarından dolayı harcaması kesin olan kesime vermek istememeleri.

++++++++