Ekrem İmamoğlu’nun diploma iptali ile başlayıp gözaltına alınması ve kayyum tartışmaları ile devam eden siyasi krizin çalkantısı gündeme oturdu. Bu politik fırtınanın İstanbul Belediyesi’ne veya Cumhuriyet Halk Partisi’ne “kayyum” atanacağı ihtimalleri ile piyasalar çalkantı ve oynaklık sürecine girdi. Bu sürecin en yoğun üç günün sonunda BİST 100 endeksi %16,27 oranında düştü, dolar/ TL %3,11 oranında arttı. 2,5 ve 10 yıllık tahvil faizleri %5,5-7.6 oranları civarında yükseldi. Gram altındaki yükseliş %2,77, Euro /TL’deki artış oranı %2.29 oldu. Öncelikle şu hususu belirtmekte yarar var. Tüm eleştirilerimize rağmen bu kriz yürütülen ekonomi programının işleyişindeki aksaklıklardan değil tamamen siyasi tercihlerden ötürü meydana gelmiş bir durum. Nitekim The Economist dergisinin bir belirlemesi bu konuya ışık tutmakta; “Siyasi bilim otoriteleri, Türkiye’nin geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaştığını, rekabetçi otoriter rejimden otokrasiye doğru evrildiği” yorumunu yapıyor. Ülkemiz sürekli ve periyodik bir süreçte ekonomik krizler geçirirken var olan “hukukun üstünlüğü” sorunlarının çözümünde bir yol alamıyor. Ülkemiz “Hukukun üstünlüğü” sıralamasında 142 ülke arasında 117 sırada. Bölgesel (Doğu Avrupa ve Orta Asya) 15 ülke sıralamasında 15. Daha da olumsuzu, hükümetin denetlenmesinde 135, temel haklar, ifade, özel hayat gibi özgürlüklerde 133, adalet, erişim, eşit ve tarafsız uygulamalardaki sorunlarda ise 122. sırada. Bu tür sorunları çözmede mesafe alamazsak tüm ekonomik dalgalanmaların krize dönüşü kuşkusuz kolaylaşacaktır.
Döviz kurlarının yükselişi ile başlayan süreçte TCMB, BDDK ve SPK’nın arka arkaya aldığı önlemler isabetli oldu. Kriz sonrası 3 günde Merkez Bankası 26,7 milyar dolar döviz satışında bulundu. Bu tutar TCMB’nin yabancı para varlıklarının %13’ü oranında. Tüm swap’lar ve hazine dövizleri hariç tutar olan 61,3 milyar dolar 32,4 milyar dolara düşmüş oldu. İlk önemli maliyet bu sonuç. Ancak satılan dövizlerin maliyeti 32,50 TL civarında, satış fiyatları da yaklaşık 38 TL olduğundan TCMB 150 milyar TL civarında kur kazancı elde etmiş oldu. TCMB’nin aldığı bir diğer önlem borç verme faizi üst sınırının %46’ya yükseltilmesiydi. Bu da TL faizlerinin başta mevduat faizi olmak üzere (%47-48’lere kadar yükseldi) yukarı çekti. Her birim faiz artışı gerek bütçe gerekse makroekonomik çerçevede bir maliyet artışıdır. Borç stokuna artışın maliyet tutarı Hazine için yaklaşık 250 milyar TL özel sektör için yaklaşık 180 milyar TL civarında olacak. Merkezi yönetim borç stoku yaklaşık 9,9 trilyon TL. Bu borcun %55’i döviz cinsinden %12’si değişken faizli. Dolayısıyla %67’sinin risk katsayısı yüksek. Her kur artışında bu maliyet daha da artacak. Sadece bu kriz yılsonu enflasyonunu %1-2 civarında yükseltecek. Zaten tüm değerleme kuruluşları (S&P, JP Morgan gibi) yılsonu tahminlerini şimdiden revize etmeye başladılar. Düşmesi beklenen ticari kredi faizleri bu kriz sonrası %46-47’lere yükseldi. DİBS faizleri %11-12 puan yükseldi. (Borçlanma araçları fonlarındakiler zarar ettiler) 16 milyon civarında B.E.S. yatırımcısı olduğunu dikkate alırsak ne kadar önemli olduğu anlamış oluruz. TL referans faizi de %46’ya oturdu. Politika faizindeki indirim beklentileri de rafa kalktı. Bu krizin yarattığı hasarı anlamak için bir önceki Rahip Brunson krizindeki maliyetle karşılaştırmak gerekir. O tarihteki rezerv kaybı8,1 milyar dolar iken bu defa 26,7 milyar satıldı üç günde. Dört gündeki satış Reuters’e göre 28 milyar dolar oldu. Bunun hasarı daha fazla olacak. Zira yürütülen dezenflasyon süreci çok hassas dengelerde gidiyor ve kamu bütçesi yeterince destek vermiyordu. Yatırım harcamaları zaten yavaşlama eğilimindeydi, korkarız ki daha da yavaşlayacak.
TCMB’nin aldığı bir diğer önlem ileri tarihli TL uzlaşmalı döviz işlemi yapmaya başlaması oldu. Ayrıca 18 sene sonra ilk defa “likidite senedi” çıkarılma kararı aldı. Muhatabı bankalar olan bu işlemle piyasadaki likidite fazlası önemli tutarlarda çekilmiş oldu. Böylece piyasadaki TL’yi azaltarak döviz talebini daraltmış oldu. Bu arada BDDK ve SPK’nın da özellikle borsada işlem gören şirketlerin kendi hisselerinin geri alımında özkaynak şartlarını gevşetmesini (bankalar dahil) olumlu önlemler olarak değerlendiriyoruz. Hazine Bakanı ve Merkez Bankası Başkanı’nın önce ülkemiz bankalarıyla daha sonra yatırımcılarla toplantılar yapması piyasaları sakinleştirme çabalarına pozitif katkıları oldu. Nitekim volatilite (oynaklık) giderek azaldı. Bu arada varlık fonu iki yıl vadeli hazine garantisi olmaksızın sendikasyon kredisi ( 837 milyon euro ve 285 milyon dolar tutarında) buradaki maliyetler ( USD SOFT + 2.25 %, EURO EURİBOR+2.00%) TL ile swaplanmış varsayımı ile hesaplarsak USD için %44.10 EURO için %45.75 oluyor. Türkiye’nin temerrüt risk primini gösteren 5 yıllık CDS kriz öncesi 256’larda iken 324’e yükseldi ki bu aradaki fark borçlanma maliyetlerini arttıran bir faiz yükünü ifade ediyor. Siyasi süreçteki problemin uzaması bu risk priminin daha da yükselmesi ve borçlanma maliyetlerinin daha da artmasına yabancı portföy yatırımcısının da çıkmasına neden olacaktır. Bu tür kendi yarattığımız krizlerle zaten adeta pamuk ipliğine bağlı dezenflasyon sürecinin uzayıp, maliyetinin artmasına neden olacağını söylemek kehanet olmaz. Daha yüksek enflasyon, daha yüksek faiz ve döviz kuru, daha yüksek mevduat ve kredi faizleri demek daha düşük büyüme daha fazla işsizlik, daha az yatırım ve bozulmuş beklenti ve fiyatlamalar demektir. Reel kesim döviz açığının 2019 yılından bu yana en yüksek seviye olan 148 milyar dolara çıkmasını hatırımızdan çıkarmamak gerekiyor.
Orta demokrasiden yüksek gelirli ülke çıkamıyor maalesef. Daha az refah, daha az eğitim demokrasinin gelişmesini de önlüyor. Piyasalarda denge arayışının yolu, siyasi gerginliğin azaltılmasından, hukukun üstünlüğü endeksindeki en alt sıralardan yukarıya çıkıştan ve eğitimli kitleler yaratmak için gerekli önlemleri almaktan geçiyor. Platon’un dediği gibi “Demokrasi bir eğitim işidir. Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur.”