Transfer ayının açık ara şampiyonu, “kurulan pahalı kadro için” taraflı tarafsız futbol yorumcularının “Bu kadrodan iki takım kurulur, bu iki takım da Süper Lig’de şampiyonluğa oynar” dediği Fenerbahçe, aralık ayına “taraftarının keyfini kaçırarak” girdi; neden?..
Aziz Yıldırım gibi “bir dev başkanı” genel kurulda hezimete uğratarak “başkanlık koltuğuna oturan” Ali Koç, camiaya “büyük hedefler” göstermiş, taraftara “şampiyonluklar / kupalar” vaat etmişti, ama çabuk geçen yıllar içinde “hedefler” gerçekleşmemiş, “şampiyonluklar ve kupalar” gelmemişti.
Bu sezon “Pandemi” cehennemi içinde, UEFA’nın “mali fair play”, Futbol Federasyonu’nun “Harcama Limiti kıstasları” parça parça edilerek, “Türkiye liglerinin son yıllarda görmediği” bir kadro kurulmuş, kadronun başına da sportif direktör olarak Emre Belözoğlu, teknik direktör olarak da Erol Bulut getirilmişti.
Emre’nin futbolculuğu, Fenerbahçe kaptanlığı “üst seviyede” bir futbol yöneticisi için “güven veren” etiketlerdi.
Erol Bulut ise, Başakşehir’deki “yardımcı antrenörlük”, Malatyaspor ve Alanyaspor’daki “parlak teknik direktörlük süreçlerinden sonra”, Ali Koç tarafından Fenerbahçe futbol takımının başına “büyük beklentiler ve umutlar ile” getirilmişti.
Camia ve taraftar da “bu ikiliden” çok şey bekliyordu ve elbette en başta da “hasret kalınan Süper Lig Şampiyonluğu!..”
Ne var ki, “aralık ayına girilirken”, o “pespembe tablo” biraz grileşir gibi olmuştu.
Süper Lig’de 10, Türkiye Kupası’nda 1 “resmi maç” oynanmış, ama “o muhteşem kadrodan beklenen” futbol, “takım olarak” yeşil çimlere yansıtılamamıştı.
Beraberlikler, mağlubiyetler, “10 maçta, ezeli rakip Galatasaray’ın averajla altında ve 20 puanla puan cetvelinde 3’üncülüğe oturmak” doğrusu ya, beraberinde hayal kırıklığı getirmişti!..
Konyaspor mağlubiyetine “yol kazası” denilmişti ama hem de “Kadıköy’de, ‘15 yıl yenilmediği bir rakibe, 10 kişi kalmış Beşiktaş’a, hem de kalan süreçte 2 gol daha yiyerek 3 – 4 mağlup olmak” için “mazeret ve bahane bulmak” mümkün müydü?
Dahası, o Beşiktaş ki, sakatlar, karantinadakiler, cezalılar sebebiyle sahaya “14 A takım futbolcusunu zor bularak” çıkmıştı!..
Herkes birbirine soruyordu; “Fenerbahçe’ye ne oluyordu, bu futbolsuzluğun sebebi neydi?..”
Sebep çok açıktı; “müthiş, adeta ‘yok’ yok bir kadro vardı” ama, sahada “o kadro oynamıyordu, ‘o kadrodan çıkarılan’ takım” oynuyordu; işte o takım 11 maçtır “açık ara şampiyon olacak bir takım” olarak sahada yoktu!..
Ama, daha da “endişe verici bir tablo” vardı, Beşiktaş maçında; “sezon başından beri iyi oynayan ve takımı ayakta tutan Gustavo / Ozan Tufan gibi birkaç oyuncu” da, “kötü oynayanları kendi yanlarına çekeceklerine”, kendileri “kötü oynayanlar” listesine yazılmışlardı!..
Net olarak görülüyordu ki; “Emre – Erol ikilisi o ‘kıskançlık yaratan’ kadrodan çıkacak takımı kuramamışlar”; futbolcular arasındaki “o yer benim” rekabetini iyi süzememişler, bu “olumsuz ruhi rekabetin sahaya olumsuz yansımasını” önleyememişlerdi!..
O kadar ki, “kötü oynayanın çıkarılıp yerine sahaya gönderilenden de verim alınamaması” yüzünden, 4 – 3’lük bir mağlubiyet, “2 – 1 öne geçen Beşiktaş’ın, hem de on kişi kalan Beşiktaş’ın yakalanamaması ve 2 gol daha yenilerek Kadıköy sihrinin de bozulması” ile tarihe yazılmıştı!..
Fenerbahçe’yi, Ali Koç’u, Emre Belözoğlu ve Erol Bulut’u zor günler bekliyor!..
Erkin Usman!..
İzmir basının son Mohikanlarındandı…
Yeri doldurulamazlardandı…
Zaten “sütunu da” doldurulamadı…
Başımız sağ olsun, mekanı cennet olsun, nurlar içinde yatsın…
Erdem ve Politika…
Karnı tok, sırtı pek ve dünyanın her yerinde saygıyla selamlanacak özgür vatandaşı var etmek ve güvenini sağlamak politikacının öncelikli görevidir. Zengin bir Türkiye, onurlu bir Türkiye, adil bir Türkiye, özgür ve uygar bir Türkiye gerçek politikanın hedefidir. Bunları vermeyen bir politika sokak kavgalarının mekanı demektir. Ali Naili Erdem
ŞAİR EŞREF ŞÂYET YAŞASAYDI... NE YAZARDI?..
Pandemi / Siyaset / Hekimler…
"Padişahın zulmettiği ahâli"yi sakınırdı
Devr-i kehaneti ancak, buna yetiyordu elbet
Nerden bilsin köprülerin altından akacak sular
Vaziyeti beterinden, beter edecekti berbat…
"Kim olsa döndürür" malûm, demişti devlet çarkını
Bir bir çıktı kehaneti, hayal gerçek oldu gayet
Mülkü elde tuttu Gazi, kıymet verdi ahaliye
Mürşit oldu cemiyete, ilim, irfan ve tababet
Öğün, çalış, güven fikri bunları müjdeliyordu
En sonunda derken “edin; beni onlara emanet…”
Şair haklı çıktı sanki, tersine dönünce devran
Yüz yıl erken öldü Eşref, bugün yaşasaydı şayet;
Bu nevzuhûr siyasetin bırakmazdı yakasını
Hicvederdi yeni zulmü, şöyle söverdi nihayet:
“...Gam değil bu pandeminin, her gün böyle can alması
Ne gam ahâlinin her gün 'Acil'de sövüp sayması?
N’ola hasta yakınının, cam çerçeve indirmesi ?”
Dersen eğer… doktorların, yakın... tiri çekmesi,
Eyy... Git gide defnetmeye, hekim kalmayacak hayret !
Nihat Demirkol
İnternet’ten “esen” rüzgarlar!..

“Evet, ben Roma Papası'na karşı çıktım... Neden böyle oldu, çünkü ben Vatikan'a gittiğimde oradaki çatıların saf altından olduğunu gördüm. Sonradan da Papa'nın vaazını dinledim ve o diyordu ki, Kilise yer yüzündeki tüm fakir çocuklardan dolayı üzüntü duyuyor. Külahıma anlat, üzüntü duyacağına satsana çatıları, bir şeyler yapsana ... – Diego Armando Maradona”
Sözün Özü
Bu hafta Sözün Özü’nde bir “şaka” var:
Ben, 85 yaşındayım; yani 65 + 20!..
“65 için” öğleden önce 10.00 – 13.00 ve “20 için” öğleden sonra 13.00 – 16.00 arası sokağa çıkabilir miyim?