Tasavvuf (ne arıyorsan ‘O’sun)
Tasavvuf (ne arıyorsan ‘O’sun)
Paylaş:
Tasavvufun çıkış noktası Mevlâna’nın deyişiyle “Ne arıyorsan ‘O’sun”. Modern insan ise bugün “Neye sahipsen “O”sun” anlayışında. Bilindiği üzere insanın bir fizik dünyası var, bir de ruh dünyası. Fizik dünyası dış alemle, ruh dünyası ise iç alem ile ilgili. Oluşum içten dışa, batından zahire gelişmekte. İnsanın doğumu ile ölümü arasındaki fiziki gelişimi yatay düzeyde, ruhi gelişiminin manevi tekâmül düzeyinde ilerlemesi ise dikey gelişimini ifade eder. Yatay ve dikey gelişimin bütünlüğünü kurmak zorundayız. Önemli olan bu ikisinin arasındaki dengeyi bulmak. Tasavvuf kelimesinin kökenine gelince; VIII. yüzyılda tevazu sembolü olması nedeniyle “abid” ve “zahid” diye tanımlanan kişiler yün elbise giymeleri nedeniyle “Sufi” diye anılmaya başlanmıştır. Onların bu hayat tarzını ifade için bu gibi kişilere “Sufi”,“Ehl-i Tasavvuf” veya “Mutasavvıf” adı verilmiştir. Batıda tasavvuf kelimesinin karşılığı için “Theosophy” veya “Mistisizm” sözcükleri kullanılıyorsa da bu kelimeler tam olarak karşılığını ifade etmediğinden “tasavvuf” kavramı kullanılmaya başlanmıştır. İslam bilgeleri genel bir tanım yerine çok farklı hatta sekseni aşkın tanımda bulunmuşlardır. Örneğin Cüneyd-i Bağdadi’nin tanımı “Allah'la olma ve Allah’ın insandaki beni” kendisiyle “diri” kılması şeklinde iken Mevlâna Şeb-i Arus “düğün gecesi” diye adlandırılmıştır.
Pascal, “matematiksel ve sezgisel iki akıl var” diyor. Sezgisel aklın çalışması için bedeni arzularla örtülenen engellemenin kaldırılması gerekir. Görüntünün arkasındaki “hakikat” e bakmak önemli. Zira batın zahirden daha önemlidir. Hiçbir şeyin gerçeği göründüğü gibi değildir. Nitekim Hz. Muhammed'in (SAV) bir hadisi bunu işaret ediyor. “Rabbim bana eşyanın hakikatini göster.” Eflatun’un mağara metaforundaki görüntünün gerçeklik ilişkisi de buna delalet etmiyor mu? Tasavvufun varlık görüşünde ana omurga “ontoloji”dir. Başta, ortada ve sonda “sürekli var olan var”dır. Tasavvufi anlayışa göre bütün sıkıntılar “ben varım”dan başlar. Ben yokum, sadece o var demek sıkıntıları omzundan atmak demektir. İnsan, kendisine verilen yapbozları doğal bir şekilde tamamladığında tasavvuftaki “Huzur Hali” meydana gelir. Tasavvufta “mecaz dilleri” kullanılır.
Tasavvufi anlayışta insanın altı mertebesi vardır; bunlar Nefs-i Mardiyye, Nefs-i Raziye, Nefs-i Murtmainne, Nefs-i Levvame ve Nefs-i Emmare. Bilgeliğin yolu aşağıdan yukarıya (Nefs-iemmare’den Nefs-i Mardiyye'ye doğru) seyreder. Bu yolda seyir Allah'a doğrudur. Allah'ın 99 isminin insanda yansımasının gelişimi arzulanır. Bir anlamda “Allah'ın gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olmak” amaçlanır. Sebeplere takılmamak, Rafting'teki süreç gibi suya ters kürek çekmemekle “var” olunur. Sufi anlayışta kasvet, nihilizm ve karamsarlık yoktur. Aksine aydınlık ve neşe vardır. Bu yolda gelişimin yegâne aracı “zikir”dir. Buna göre evrende zikir etmeyen hiçbir varlık yoktur. Zikrin üç mertebesi var. Dille yapılan, buna avamın zikri, kalple yapılan havasın zikri, bütün varlığıyla yapılan buna da havasül havas zikri denilir. Kur'an-ı Kerim'deki bir ayet bu anlamda ilginç bir belirleme yapar.“Allah emaneti dağlara, taşlara (yani maddi aleme) teklif etti de onlar bunu yüklenmekten çekindiler.” (Ahzap suresi 72. Ayet) Sadece insan bu emaneti yüklenmiştir. Bu nedenle yaratılmışların en şereflisidir.(Eşref-i Mahlukat)
Tasavvuf ezoterik bir hikmet felsefesidir. Fuat Köprülü diyor ki “Muhiyydin İbni Arabi zamanında toplumun manevi kalitesi Vahdet-i Vücud’un topluma mal olmasından ötürü artmıştır.” Tasavvuf sembolleri, remiz ve mecazı çok sık kullandığından “şiir” sanatı da çok gelişmiştir. Şeyhülislam Esat Efendi tekkeler için “Bilgi ve şiir şerbetinin aktığı bir konservatuardı” der. Tasavvufun üç büyük ustası var. Muhiyydin-i Arabi, Mevlâna Celaleddin-i Rumi ve Yunus Emre. Biri Arapça, biri Farsça, biri de Türkçe yazmıştır. Tasavvuf adeta bir toplumsal uzlaşım modelidir. Sen, neyi arıyorsan ‘O’sun. Aramakla bulunmaz, ancak bulanlar arayanlardan çıkar. “Dini yorum ekollerinden en bozulmamışı İslam Tasavvufu’dur.” Vahdet noktasını bulamayan dindar da Vahdet-i bulamayan bir bilim adamı da adeta perdelenmiş durumdadır. Bu nedenle zikirle hatırlama eyleminin canlı tutulması amaçlanır. Kur'an-ı Kerim'de “Biliniz ki kalpler ancak Allah'ı anmakla, zikretmekle huzur bulur.”(Rad Suresi 28. Ayet) Varlık sorununu çözmeyen eğitimin hep bir yanı eksik kalır. Allah'ın yarattığına merhamet ettiğinde size de merhamet edileceğini bilirseniz davranışlarınız farklılaşır.“Yol ve yolcu” tabirleri tasavvufta birer sembol olarak kullanılan kavramlardır. Yola çıkmazsan varamazsın. Bu yolculuğun ismine “Seyr-ü Sülük” denir. Örneğin İbn-i Arabi diyor ki “Bir ayeti alıyorum.“Şeriat” çekmecesinden çekiyorum. O ayetin şer’i karşılığını anlatıyorum. Bu ayeti tekrar çekmecesine koyup “Tarikat” çekmecesini açıyor ve onu bu düzeyde açıklıyorum. Sonra onu tekrar yerine koyup aynı ayeti bu defa “Hakikat” çekmecesine göre yorumluyorum. Tefsir böyle, müfessir böyle olmakla birlikte tefsiri buna karşı çıkanlarca yakılmıştır. Tasavvuf yolunda yegâne amaç “Kâmil İnsan” olmaktır. Bu nitelikte insan sayısı modern toplumda tüketim toplumu nedeniyle yok denecek kadar azalmıştır. Kâmil insan, aslında kapitalist sömürünün panzehiridir. Mevlâna’nın“pergel metaforu”; iğneli ayak sabit bir noktada iken diğer ucu tüm evreni kapsayacak açı genişliğindedir.
“Bil ki bir yerde/Bil ki her yerde
Bil ki her yerde / Bil ki hiçbir yerde
Tasavvufta 4 kapı bulunur; Şeriat-Tarikat-Hakikat-Marifet. Burada yegâne amaç marifet (kendini bilmek) ve hakikate ulaşmaktır. Son iki kapının açılması hayli zordur. İlk iki kapıyı açan herkes son iki kapıyı açamayabilir. Felsefe nakleder, sözle, yazıyla ifade eder. Sufiler ise yaşayarak amaca ulaşmaya çalışır. Beden ölür, toprağa karışır, ancak ruhumuz ruhani alemde hiçbir zaman ölmez. Yunus'un söylemiyle“bir ben vardır, benden içeri”.Fiziksel olanı doğru müşahede ederek, sistemi, düzeni bozmadan tasavvufi deyimle“boyun kesmek” gerekir. Yani, eyvallah diyerek teslim olmak gerekir.(Amenna-Eslemna)
Aşk (Tasavvufta); iki parçanın birbirine doğru olan çekiminin iç kuvvetidir.“O”nu istiyorsan aşıksın demektir.“O”nu başka yerlerde ararsan bile sonunda yine“O”na ulaşacaksın. Ölüm korkusunu tasavvuf düğün gecesine (Şeb-i Arus) çevirir. (Mevlâna) İslam tasavvufu dinin rafine edilmiş halidir. Hakikat içtedir, dışta değil. Bu anlayış dini zevk haline getirir. Cami-medrese-tekke üç ayrı yer değildi. Bunlardan camiyi ayırırsanız soğuk, zevksiz bir İslam kalır. Gerçek sufilikte tarikatçılık yapılmaz. Amaç hakikat açılmasıdır. Birleştirenler birliğe erenlerdir. Aristo mantığı (haklının tek olması) İslam fıkhına girdikten sonra şeriat kuralları dar yorumlanmıştır, insana açık kapı bırakılmamıştır. Modern insan, kendine yabancılaşan, kendini yitiren süreçte kalmıştır. Tasavvuf bize yitiğimizi geri verir. Yazımızı Hz. Ali'nin bir sözü ile bitirelim. “Zulmün en şiddetlisi Allah adına yapılandır.” Eğer din ehlinin elinde olmazsa en cazip sömürü aracı haline gelir. Tekâmül etmiş ariflerin elinde olursa din yere göğe rahmet saçar.